Bir siyasi toplulukta, yönetici makamlarına seçimle gelinebiliyorsa, makamla kişiler arasında özdeşlik kurulmamışsa, orada görev süresinden bahsetmek mümkün olur. Irsi bir öğe içermedikçe, bu görev süresinin ömür boyu olarak tanımlanması da mümkündür. Ancak tarihsel olarak bakıldığında, ağırlıklı olarak bunun kısa dönemlerle sınırlandırıldığı, genelde seçimden seçime tekrarının kabul edildiği açıktır. Günümüzde demokratik yönetimlerde makamlara belli bir süre için gelinmesi (pro tempore) esastır; otoriter yönetimlerde bu sürelerin kaldırılması (contra tempore) eğilimi gözlenir. Görev süresi kısıtlamaları;bir kişinin kaç dönem ve hangi sıralamalarla görev yapabileceğini düzenler. Makamı işgal edecek yöneticilerin belli aralıklarla rotasyonunu öngörür.
Tarihsel örnekler
Görev süresi
kısıtlamaların ilk örneğine M.Ö. 7. yüzyılda Girit’te Dresos şehir devletinde
bulunan bir yazıtta rastlıyoruz. Buna göre, bir kişinin “kosmos” ismi verilen makama yeniden gelmesi için 10 yıl geçmesi
gerekiyordu[i].
Buna uymayanın cezalandırılacağı belirtiyordu. Kosmos’un ne tür bir makam
olduğu bilinmiyor fakat tirana dönüşmesi önlenmeye çalışılan bir yöneticilik
olduğunu düşünebiliriz.
Rotasyon sisteminin en
klasik örneği antik Atina şehir devletinin “boule”
isimli konseyi. Buradaki 500 üye yalnızca kurayla belirlenmez, aynı zamanda
görev süreleri çok kısadır (2 yıl) ve artık ömürleri boyunca tekrar edilemez.
Başka organlar için de oldukça kısıtlayıcı düzenlemeler konulmuştur. Diğer
antik Yunan şehir devletlerinde de benzerleri bulunur[ii]. Aristoteles’de bu işleyiş şekli, vatandaşın
–sırayla- hem yönetici hem de yönetilen şeklinde katılımını sağladığı için
desteklenir. Daha sonraları, Cicero “Bugün itaat eden yarın hükmedebileceğini
ummalı, bugün hükmeden kısa bir süre sonra itaat edecek konumda olacağını
düşünmeli” derken, zaten Roma Cumhuriyeti’nde çok yaygın olan rotasyon
işleyişini öne çıkarmaktadır[iii].
Tarihsel akış,
Rönesans’ta Floransa ve Venedik şehir devletlerinde konsey üyeleri ve
yöneticilere konulan kısıtlarla akıyor. 16. Yüzyıldan itibaren daha kuzeye,
Hollanda Cumhuriyetçileri ve İngiliz radikal Whig geleneğine kayıyor. Bunlar
arasında, ileride ABD Anayasası’nda çok etkisi olacak James Harrington’un
ütopik Commonwealth of Oceana (1656)
eseri özellikle belirtilmeli[iv].
Seçimsiz rotasyonun ya da rotasyonsuz seçimin ideal olmayacağını savunan
Harrington, rotasyonu farklı çıkarlar arasında bir denge aracı olarak
görüyordu. Uzun süre görevde kalan kimse kamu yararını bir kenara bırakıp
kişisel çıkarlarını ön plana alır, rotasyon olmazsa tiranlık ve baskı
kaçınılmazdır. Bu fikrin güçlü muhalifleri de vardır. Örneğin David Hume,
rotasyon fikrini, ülkenin yetiştirdiği tecrübeli ve yetenekli yöneticileri
safdışı bırakacağı için reddeder; bunun sonucunu ancak istikrarsızlık olarak
değerlendirir[v].
Rotasyon savunucuları, bu sonuçları olası görmekle beraber, daha büyük tiranlık
tehlikesini altedeceği için yine de faydalı ve gerekli saymaktadır.
Rotasyon fikri, İngiliz
yazarları eliyle yeni kıtaya geçti. Amerika’da kurulan ilk devletlerin
anayasalarına, monarşi ve aristokrasi tehlikesini önlemek için, görev süresi
kısıtlamaları konmuştu. İçlerinde en radikali olan Pensilvanya Anayasası’nda
(1776) hem yasama hem de yürütme için kısıtlamalar vardı. Thomas Paine,
zamanının hayli popüler Common Sense
(1776) kitabında, yöneticilerin, kendi yaptıkları yasalar uyarınca gelecekte
yönetilenlerin arasına mutlak döneceklerinin bilmeleri sağlanmalıdır, diyordu.
Yönetici ve yönetilenler arasındaki sirkülasyon mümkün olduğunca sık olmalıydı.
Bu denli popüler olduğu
halde, rotasyon ABD Anayasası’nda yer almadı. Kurucu Babalar arasında Alexander
Hamilton gibi federalist, güçlü yürütme yanlılarının da etkin olduğu ve görev
süresi kısıtlamalarına karşı oldukları doğru. Ancak Anayasa’da yer almamasının
asıl sebebinin, rotasyon ilkesinin açıktan reddedilişi olmadığı; diğer mevcut
bazı güvencelerin bulunuşu (seçimlerin sıklığı, kuvvetler ayrılığı vb.)
nedeniyle görev süresi kısıtlaması getirmenin gereksizliğinin düşünüldüğü de
savunulmakta[vi]. Gerçekten
de neredeyse tüm 19. yüzyıl boyunca sistem, gönüllü emeklilik şeklinde,
iktidarın tekelleşmesine neden olmadan işledi. George Washington ikinci
başkanlık döneminden sonra aday olmayarak, yazılı olmayan bir teamül
geliştirdi. Kongre üyeliği ise o dönemde fazla cazip olmadığından, uzun süreler
boyunca makamda oturanlar görece azdı. Başkan Andrew Jackson (1829-1837)
döneminde, rotasyon sistemi, seçilmişlerin etrafındaki bürokratları da
kapsayacak şekilde (spoils system –
ganimet sistemi) genişledi.
Amerikan deneyimi dışında
ilk örnekler, 1795 ve 1799 Fransız Devrimi anayasalarında yürütme organları
için konulan kısıtlamalardır. Bunları, daha sonra, bağımsızlığına kavuşup
başkanlık sistemini benimseyen Latin Amerika devletleri anayasaları izledi. “¡No reeleccionismo!”
diyebileceğimiz yeniden seçilememe ilkesinin bu ülkelerde uzun bir uygulama
geçmişi bulunmakta[vii].
Bunlar arasında en çok tanınanı “sexenio”
olarak bilinen, Meksika başkanı ile eyalet başkanlarının tek bir seferliğine
altı yıl için seçilebilmesi kuralıdır. Tekrar seçilememe, ülkenin siyasal
kültürüne neredeyse yerleşmiştir: Anayasanın 59. maddesi, Kongre üyelerinin de
tekrar seçilmesini engeller. Bazı bürokrat ve yerel yöneticiler için de bu
geçerlidir. Meksika’nın bu özgünlüğünün gerekçesi devrim öncesi devirlerdeki
iktidar kavgalarını önlemek olsa da, kurucu partisi (PRI) kendi siyasal
otoritesini muhafaza için bunu kullanmıştır.
20. ve 21. Yüzyıllar
Yakın dönemdeki en önemli
gelişme 1951’de ABD’de anayasa değişikliği ile (22nd Amendment) başkanlık makamının en fazla iki döneme bağlanması
oldu. Bunun nedeni, Franklin D. Roosevelt’in 1945’te ölümüne dek, G.
Washington’un başlattığı teamülün dışına çıkarak, peş peşe dört dönem başkanlık
yapmasının doğurduğu tepkiydi. ABD başkanları bugüne değin bu maddeyi
değiştirmek, yeniden aday olmak gibi bir girişim içinde bulunmadılar. İki dönem
kuralına muhalifler var olsa da, bunlar oldukça cılız; anayasayı tekrar
değiştirmeye çalışmak gibi oldukça geniş bir destek alması gereken bir tabana
sahip değiller. Kuralın olumsuz sonuçlar yarattığı iddiasının esas konusu, “lame duck effect” (topal ördek) denilen,
son dönemindeki siyasetçinin bir daha seçilmeyeceği kesin olduğu için (bize
uyarlarsak, bir ayağı çukurda olmak, gidici olmak diyelim), bu durumun vereceği
kararlara etkisi. Kimileri bunun yöneticiyi değişik güç odaklarına karşı
zayıflattığını, sıkıntıya soktuğunu savunuyor. Ayrıca yöneticilerin
kararlarının daha kısa görüşlü, daha tezcanlı, daha maceracı, daha kişisel vb.
olabileceği savunuluyor[viii].
Bu kararların ekonomi, maliye, dış politika (savaş gibi) vb. alanlarda önemli
etkileri olabilir. Bu etkilerden kurtulmak için, başkanlığın yalnızca bir dönem
fakat altı yıl olmasını önerenler var.
ABD dışına baktığımızda,
1960’larda sömürge sonrası bağımsızlığını kazanan Afrika devletlerinden
bazılarının başkanlık rejimini benimsediğini görüyoruz. Başkanlık veya
yarı-başkanlık rejimini benimseyen en son dalga ülkeler, Sovyetler Birliği’nin
dağılmasıyla ortaya çıkan devletler oldu. Genel olarak bakıldığında 90’ı aşkın
ülkenin çoğunda farklı türlerde görev süresi kısıtlamaları uygulanmaktadır[ix].
Kısıtlama bulunmayan ülkeler arasında, yakın zamanlarda özellikle Afrika’da
bunları gevşetmiş ya da kaldırmış olanlar dikkat çekiyor[x].
Bu kurallar zaten temel bir siyasi mücadele alanı; birçok kriz nedeninin de bu
kısıtlamalar üzerinden doğduğunu görüyoruz.
İktidarı bırakmak
istemeyen liderler, kısıtlamaları kaldırmak için anayasayı değiştirmeye
çalışıyorlar. Örneğin 1948’de kısıtlamalardan yana olan Juan Peron, yalnızca bir
yıl sonra, partisinin halkın iradesi olduğunu savunarak bunları kaldırmak
istemişti. 2000 yılında Peru’da Fujimori beş yıl önce kendi genişlettiği iki
dönem kuralını tanımayarak iktidarda kalmaya çalışmıştı. Arjantin’de Menem
(1997), Brezilya’da Cardoso (1997), Kolombiya’da Uribe (2005), Venezuela’da
Chavez (2009), Ekvador’da Correa (2015), Honduras’ta Zaleya (2009), Bolivya’da
Morales (2009, 2016) başarılı ya da başarısız hep bu kısıtlamalarla uğraştı.
Eski Sovyet Cumhuriyetleri’ndeki anayasaların tamamı liderler lehine
değiştirildi. Türkmenistan başkanı Niyazov kendini hayat boyu başkan seçtirdi.
Rusya lideri Putin, iki dönem kuralını değiştirmediyse de süreyi dört yıldan
altı yıla çıkardı; boşluğunu bir süre kuklasıyla doldurup sonrasında makamına
geri döndü. Afrika’da, iktidarda kalmak için anayasaları değiştiren ya da
iktidardan inmemekte direnen liderleri de göz önüne aldığımızda, görev süresi
kısıtlamalarının popülerliğinin gerilediği düşünülebilir. Bir taraftan, serbest
seçimlerin yapıldığı “demokratik” ülkeler başkanlığa yakın rejimleri giderek
daha fazla seçiyor[xi];
aynı zamanda bu başkanlık rejimleri, tepedeki yöneticinin koltukta daha fazla
kalabileceği şekilde kurumsal değişikliklere yöneliyor.
Yasamada Kısıtlama
Yasama organlarına görev
süresi kısıtlaması getirmek çağdaş demokrasilerde nadir gözlenen bir
durum. En bilineni Kosta Rika’da 1949
Anayasası ile getirilen peş peşe seçilememe kuralı[xii].
Bu kural, yaşanan kısa süreli iç savaşın ardından, üzerinde pek de fazla
tartışılmadan getirildi. Amaç, önceki dönemlerde yolsuzluk ve yozlaşma içinde
olduğu düşünülen siyasetçilerin kariyerine sınır getirmekti. Beklenileceği
üzere, “kariyer yasamacılığı” diyebileceğimiz bir olguyu etkin olarak önledi.
Yaklaşık elli yıllık bir sürede, ikinci dönemine seçilenlerin oranı %11, üçüncü
döneme ise yalnızca %3 oldu. Fakat bunu kariyerizmin sonu olarak
değerlendiremiyoruz. Çünkü bazı siyasetçiler, başka mecralarda kariyer yapmaya
devam edebildi (diplomasi, bürokrasi, başkana yakın görevler gibi).
Yasamada kısıtlamalar
için asıl üzerinde durmamız gereken gelişme, ABD’de 1980’ler sonu itibariyle
yayılan “term limits” hareketi oldu.
1990’lı yıllarda çeşitli başarılar elde eden bu hareket, ABD siyasal tarihinde
kısmen sonuca ulaşmayı başarabilmiş birkaç taban hareketinden biri sayılmakta.
Hareket, her ne kadar, genelde partilerüstü bir platform şeklinde işlemiş ve
yaygın siyasetçi-karşıtı Amerikan siyasal kültürden beslenmişse de, asıl
desteğini Cumhuriyetçilerden, bazı bağımsızlardan ve Liberterlerden aldı[xiii].
Bu yıllarda, Kongre’nin iki kanadında da Demokratların on yıllardır süregelen
hakimiyeti, bunda etkili oldu. Halen bu harekette Cumhuriyetçilerin ve son
yıllardaki popülist Tea Party
hareketinin ağırlığı olduğu söylenebilir. 1990’larda birbiri ardına eyalette
kısıtlama referandumları yapıldı. 1995’te 23 eyalette bu tür yasalar çıkmıştı.
O yıl, Anayasa Mahkemesi (U.S. Term
Limits, Inc. v. Thorntonkararı ile), federal organlar için bu türden
kısıtlamaları eyaletlerin kendisinin koyamayacağını belirterek, bu düzenlemeleri
Kongre için anayasa aykırı bularak iptal etti (4'e karşı 5 oyla). Eyalet ve
yerel düzeydeki kısıtlamalar ise korundu. Hali hazırda 15 eyalette bu tür
yasalar geçerli[xiv].
Kamuoyu araştırmaları halkın çoğunluğunun halen kısıtlamalara olumlu baktığını
gösteriyor. Örgütsel hareket ise hız kesmiş durumda ve gündemde değil[xv].
Kısıtlama taraftarlarının
argümanlarına baktığımızda, bunu yöneticilerin makama yapışması, siyaseti bir
kariyere dönüştürüp halktan kopmaları, lobilerin, çıkar gruplarının etkisi
altına girmeleri gerekçeleriyle istediklerini görüyoruz. Siyasetçiler
vazgeçilmez değildir. Pekala, tecrübelerini ve yeteneklerini başka yerlerde de
ülke yararına sürdürebilirler. Görev süresini kısıtlamak, siyaseti kişisel
ikbal kapısı olmaktan çıkartabilir. Siyasette tekelleşme önlenebilir. Günümüz
siyasetinde, koltukta oturup seçime giren adayların (incumbent) rekabette haksız bir konumda olması, yapılan seçimlerin
çoğunu iktidardakilerin kazanması, kapalı bir yönetici sınıfı oluşturmaktadır.
Kısıtlama, “kariyer siyasetçisi” tipi yerine halkın içinden gelen, daha amatör
fakat halkı daha çok temsil eden ve onların arasına geri dönecek yeni bir
siyasetçi tipini doğuracaktır. Belki ideal olarak zihinde, çiftliğini bırakıp
Roma’ya iki defa diktatör olup, hizmetinden sonra tekrar çiftliğine dönen
Lucius Cincinnatus’un hayali bulunmaktadır. İktidardaki süresi belli
olduğundan, lobilerle içli dışlı olacak kadar fazla zaman geçirmediğinden,
lobiler tarafından daha zor teslim alınacağı düşünülmektedir.
Karşı çıkanlar ise, asıl
tecrübesiz yasamacıların çıkar gruplarının oyuncağı olacağını savunur. Bunların
etki altına alınması daha kolaydır. Sürelerin belli olması, son dönem
seçimlerinin üstlerinde baskı yaratmaması, yolsuzluğa davetiye çıkaran asıl
etken olacaktır. Seçilme baskısını üzerinde hissetmeyen yönetici, hesap
verebilirlikten uzaklaşır; kamu yararı yerine daha sorumsuzca karar verir.
Ayrıca kısıtlamalar, yasamanın gücünü yürütme aleyhine zayıflatır[xvi].
Siyaset bilimciler, ilk
dönemlerde, görev süresi kısıtlamalarının yöneticiler ve politikalar üzerinde
ne şekilde etki edeceğini oyun teorisi, simulasyonlar vb. araçlarla öngörmeye
çalışmışlardı. Ancak burada insan doğası, davranışı, karar verme aşaması
üzerine ön kabuller farklı olabildiğinden, birbirine uymayan, lehte ya da
aleyhte sonuçlara ulaştılar. Kısıtlamalar ampirik düzeyde meyvelerini vermeye
başladığında bile, çelişik çıkarımların yapıldığını görüyoruz. Ancak bazı genellemelere de gidebiliriz: En
başta, doğal olarak yenilenme oranları artmıştır. Kısıtlama taraftarlarının,
halkın içinden, halktan siyasetçi tipi beklentisi gerçekleşmedi. Kariyer
siyasetçiliği şekil değiştirerek devam etti. Daha az temsil edilmiş grupların
temsilinde belirgin bir farklılık yaratmadı. ABD yasamasındaki, uzmanlık
gerektiren komite sistemi, tecrübesiz yasamacıları yürütme/bürokrasi karşısında
zayıflattı, onlara olan bağımlılığı arttırdı[xvii].
Türkiye üzerine düşünceler
1961 Anayasası “Bir kimse
arka arkaya iki defa Cumhurbaşkanı seçilemez” diyordu. 1982 Anayasası’nda “Bir
kimse, iki defa Cumhurbaşkanı seçilemez” denilmekte idi. 2007’deki değişiklik
sonrası “Cumhurbaşkanının görev süresi beş yıldır. Bir kimse en fazla iki defa
Cumhurbaşkanı seçilebilir” olmuştur. Yeni anayasa değişikliği kanununda bu
madde korunduğu halde; “Cumhurbaşkanının ikinci
döneminde Meclis tarafından seçimlerin yenilenmesine karar verilmesi halinde,
Cumhurbaşkanı bir defa daha aday olabilir” eklemesiyle üçüncü bir dönemin
kapısı aralanmıştır.
Türkiye 1982
Anayasası’nın da yardımıyla bir yürütme organı diktası altındadır. Siyaset
birkaç parti liderinin sultası altında şekillenmekte, onlar da patronaj
ilişkileri sayesinde iktidarlarını yıllarca sürdürmektedir. Türkiye’de siyaset
beş on siyasetçinin ağzından çıkanlar etrafında dönmektedir. Bu kişileri bu
kadar merkezi, vazgeçilmez kılan nedir? Kendi ideolojik çevrelerinde bu
kişiler, kendi ayarlarında başka fikirdaşlar ve lider adayları çıkaramazlar mı?
Neden makamları zimmetli malları olarak görüp bunu demokrasi diye bize
satabiliyorlar? Bunu yalnızca Recep Tayyip Erdoğan özelinde düşünülmemeli.
Kendisini ömür boyu başkan ilan eden Tito, koltuğu bırakmayan Castro ve daha
başka pek çokları için de geçerli olmalı[xviii].
Fikrimce,
gönüllü emeklilik, prestijli akıl hocalığı, danışmanlık, daha pasif veya alt
makamlarda çalışmak gibi rollerle bir kenara çekilmiyorlarsa bunu kurumsal
düzenlemelerle dayatmak, demokrasiye karşı bir adım sayılamamalıdır. Bu,
demokrasi idealinin gerçekleştirilmesi için bir güvence olarak tesis edilmeli
ve korunmalı. Doğrudan demokrasi, geri çağırma, kura gibi araçları
kullanamıyorsak; en azından bu tür görev süresi kısıtlamalarını yaratmak ,
varolanlara riayet edilmesini sağlamak durumundayız.
Ancak kendi başına bu kısıtlamalar her olumsuzluğu karşı mucizeler yaratacak kurallar değiller. Kaldı ki, öngörülemeyen sonuçları da olabilir[xix]. Başka kurumsal tedbirlerle ya da değişik siyaset biçimleriyle desteklenmedikçe amaçlanan etkisi azalacaktır. Ancak asgari düzeyde de olsa bir güvence sayılabilirler; en önemlisi sembolik olarak yöneticiye makamda geçici olduğunu hatırlatması olabilir. Hatta bunu TBMM milletvekilleri için düzenlenmesi gerekir. Aslında Türkiye’de Meclis’in yenilenme oranı yüksek sayılır. Aynı zamanda, milletvekilleri, ABD’deki muadillerinin aksine, kanun yapımında neredeyse hiçbir rolü olmayan, pek az profesyonellik gerektiren, parti bağlarından sapmayan kişilerdir. Asıl kritik olanlar, yürütme ve yasama gruplarındaki birkaç demirbaş milletvekilidir[xx]. Parti ile milletvekilliği arasındaki bağ pek bağımsızlaşmayabilir; çünkü partilerin millletvekilleri üzerinde kontrolü sağlamalarının diğer yollarını da kullanacakları tahmin edilebilir. Milletvekilliğine dönem kısıtlaması getirmenin pek az yararı olacağı savunulabilir. Belki doğrudur; kariyer projeksiyonlarını, çıkar grupları ile ilişkileri, karar almaları pek az değişecektir. Bu öneri kulağa biraz da, beğenmediği, işine gelmeyen iktidarı alt etmek için öne sürülen bir argüman gibi gelmektedir. Ancak, kısıtlamaları, farklı zaman ve konjektürde hangi gruba hizmet ederse etsin; en başta prensip olarak kabul edebileceğimizi öne sürüyorum[xxi]. Kağıt üzerinde de olsa herhangi bir görüşten yöneticinin makamlarına yapışmasını en azından bu yolla bir nebze önleyebiliriz. Bunu yerelyönetimler için düşündüğümüzde, önerinin makul olduğu daha açık olacaktır. Böylece bu yolla hiç kimse bu “ben seçimle geliyorum” diyerek yirmi küsur yıl bir beldenin yerel yöneticiliğini yapamaz. Sonuç olarak tüm seçimle doldurulan makamlar prensip olarak bir ya da iki dönemden fazla aynı kişi tarafından işgal edilmemelidir.
[i]J.D. Lewis (2007)Early Greek Lawgivers, Londra: Bloomsbury, s.19
[ii]B.M. Dulani (2011) “Personal Rule and Presidential
Term Limits in Africa” Doktora tezi, Michigan State University, Siyaset Bilimi
Bölümühttps://etd.lib.msu.edu/islandora/object/etd%3A1526/datastream/OBJ/view
[iii]M.P. Petracca (1996) “A History of Rotation in
Office” B. Grofman (der.) Legislative
Term Limits: Public Choice Perspectives, Londra: Kluwer Academics, s.249
[iv]G.Claeys&L.T. Sargent (der.) The Utopia Reader, New York: New York University Press, s.137
[v] D. Hume (1754)Idea of a Perfect Commonwealth,http://www.constitution.org/dh/perfcomw.htm
[vi]Petracca, a.g.e., s.259
[vii] J.M. Carey (2003) "The Reelection Debate in Latin
America" Latin American Politics
& Society, 45(1)
[viii]Başka bakış açılarından, çoğunluğun baskısından
kaçınma fırsatı olarak da değerlendirilebilir: Alexis de Tocqueville gibi
düşünürsek, yöneticinin temel motivasyonu yeniden seçilmektir. Bunu
kısıtladığımızda, Tocqueville’in temel tehlike olarak gördüğü çoğunluk
baskısından kendini kurtarabilir. Democracy
in America, Vol.1, Chp.8 “Re-election of the President” https://www.marxists.org/reference/archive/de-tocqueville/democracy-america/ch08.htm
[ix] En yaygın uygulama türü en fazla peş peşe iki
dönem kuralı. Bir dönemle sınırlandıran ülkeler: Kosta Rika, El Salvador,
Guetamala, Honduras, Meksika, Paraguay, Filipinler, Güney Kore. Daha nadir
olmakla beraber, peş peşe olmamak koşuluyla üçüncü döneme izin veren ülkeler de
bulunuyor.
[x] Nijer, Cezayir, Kamerun, Çad, Gabon, Gine,
Namibya, Togo, Tunus, Uganda, Belarus, Kazakistan, Tacikistan, Özbekistan,
Azerbaycan. bak. Tom Ginsburg, vd. (2010) “On the Evasion of Executive Term
Limits” University of Chicago Law School,
Public Law and Legal Theory Working Paper, No.328
[xi] D. Samuels & M.S. Shugart (der.) (2010) Presidents, Parties and Prime Ministers,
Cambridge: Cambridge University Press, s.6
[xii] Farklı dönemlerde buna benzer uygulamaları olan
diğer ülkeler ise Meksika, Ekvador ve Filipinler. Bak. J.M. Carey (1998)Term Limits and Legislative Representation,
Cambrdige: Cambridge University Press
[xiii]B. Grofman (der.) (1996) Legislative Term Limits: Public Choice Perspectives, Londra: Kluwer
Academics
[xiv]Arizona, Arkansas, California, Colorado, Florida,
Louisiana, Maine, Michigan, Missouri, Montana, Nebraska, Nevada, Ohio,
Oklahoma, South Dakota. Buradaki kısıtlamalar, dönem sayısı, birbirini takip
etme ya da ömür boyu yasaklanma kriterleri açısından birçok farklılıklar
barındırıyor. Diğer altı eyalette kısıtlamalar ya kabul edilmedi ya da sonradan
kaldırıldı.
[xv]Ümitlerini yeni başkan Donald Trump’ın konuyu
gündeme almasına bağlamışlar. Ayrıca Anayasa Mahkemesi üyelerinin ömür boyu
göreve seçilmelerinin günümüz şartlarıyla uyuşmadığı belirtilerek, bunun da
değiştirilmesi için çaba gösteriliyor. bak. “Will Trump’s backing revive
moribund term-limits movement?” http://www.pewresearch.org/fact-tank/2016/12/01/will-trumps-backing-revive-moribund-term-limits-movement/
[xvi] ABD özelindeki tartışmaların bir kısmının dökümü
için bak. Ş. Sitembölükbaşı (2006) “Yasama Üyelerinin Görev Sürelerinin
Sınırlanması ve Yaratabileceği Sonuçlar: ABD Örneği” C.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, 7(1)
[xvii]T. Kousser (2005)Term Limits and Distmantling of State Legislative Professionalism, Cambridge:
Cambridge University Press. M. Sarbaugh-Thompson vd. (2004)The Political and Institutional Effects of Term Limits, New York: Palgrave
Macmillan. K.A. Depalo (2015)The Failure
of Term Limits in Florida, Gainsville: University of Florida Press
[xviii]“Karizmatik” liderden kendi isteği ile iktidarı
devretmesini istemek belki realist bulunmayacaktır. Bu, kendini bir davaya
adamış, Max Weber’in deyişiyle siyaseti kendisine meslek ya da hayat meşgalesi
bellemiş tiptir (Politics as a Vocation).
Yönetilenlerin, en başta, iktidarı temerküz ettiren bu tür eğilimlere karşı
güvenceleri olmalıdır. Gücün uzun sürelerce tek elde toplanmasının önü
alınmalıdır. Gücü tek kişiye vermek yerine, Çin’deki gibi bir rotasyon
uygulamak her türden aşırılığı dengeler.
[xix] Uluslararası karşılaştırmalarda, görev
kısıtlamalarının etkileri araştırılırken daha çok aktör bazlı değişkenler,
farklı denge modellerinde devreye sokuluyor. Fakat bunlar bağlamları ve farklı
tarihsel süreçlerin birikimini, kültürel, yapısal farklılığı vs. ele
almadığından çıkan sonuçların başka durumlara aktarılmasının mümkün olmadığını
düşünüyorum.
[xx]F. Bilir (2008) “Adaylık ve Meclis’te Yenilenme” Yasama Dergisi, 9. E. Massicard (2005) "Differences
in role orientation among Turkish MPs" European
Journal of Turkish Studies, 3
[xxi]Bugün yükselişte olduğu söylenen bazı popülist
akımların gündeminde de buna benzer adımlar olduğunu görmek kimseyi
şaşırtmamalı. Örneğin İtalya’daki Movimento
5 Stelle hareketinin ileri sürdüğü noktaların birisi de siyasetinin kariyer
olmaktan çıkarılması gerektiği hususu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder