8 Eylül 2020 Salı

TOPLUM-SEVMEZ SOSYOLOJİ

 [Bibliotech, Mayıs-Haziran 2013, 5(18):78-84]


19. yüzyılda sosyoloji bir disiplin halinde ortaya çıkarken kendini felsefe ve edebiyattan tümüyle ayrıştırarakdoğa bilimlerinin yöntem ve diline öykünmeye çalışıyordu. Ancak, başından beri bu ayrıştırma mücadelesine kuşkuyla yaklaşan, bu yöndeki aşırılıklara karşı çıkan bir sosyologlar kümesi de varolagelmiştir[i]. Öyle ya da böyle, pozitivistlerin düşlerini süsleyen, felsefe ve edebiyattan (norm, değer ve kurgudan) yalıtık bir sosyal bilim fikri, geçen iki yüzyıla yakın sürede gerçekleşmedi; sosyolojik bilgiyle edebiyat alanı arasındaki keşişmeleri, geçirgenlikleri gözardı etmek de şu halde pek güç olacaktır. Ayrıca, bu ikinci gruba dahil olunsun ya da olunmasın, Balzac ve Zola başta olmak üzere kimi yazarların en alasından ‘sosyolojik romanlar’ yazdıkları, hatta bunların ‘betimleyici’ bir tür sosyolojiye yakınsayılması gerektiği de kabul görensavlardır.Bu yazıda, iki alan arasında ortaya konulabilecek ‘bariz’ farklılıkları gözardı etmemeye çalışarak, Fransız yazar Michel Houellebecq’in (d.1956) edebi eserlerinde, günümüz Batı toplumlarını ve hatta küresel toplumsal dinamikleri anlamamızı sağlayabileceğini düşündüğüm çeşitli ‘sosyolojik’ gözlem, veri veya kavrayış ipuçlarını ele almaya çalışacağım. Aslında, Houellebecq’in ‘sosyolog’ yönüne işaret eden ilk ben olmayacağım[ii]. Şüphesiz, realizm ve natüralizme yakın, okurunda yaşadığı hayatla kurgu arasında rezonans yaratmayı başarabilmiş pek çok yazarda üst düzey bir gözlem yeteneği, detayları yakalama ve aktarma kabiliyetinin teslim edilmesi doğaldır. Ancak bu yazarların pek azı, bunu belli bir sistematik haline getirip, adeta tezi olan roman (roman à thèse) tabir edilen bir biçime sokarak neredeyse bir ‘sosyal teori’ sunmuştur.

 

Tanrısız Dünya

Auguste Comte vasiyetinde öldükten sonra evindeki eşyaların yerlerinin değiştirilmemesini istemiş.Kullandığı yazı masasının tam karşısındaki duvarda ise aynı uzunlukta bir ayna bulunuyormuş. Comte’un yazılarını kendine bakarak yazdığını çıkarabiliriz[iii]. Sosyolojinin vaftiz babası, şimdi küçümsemek için kullanıldığı şekliyle bir ‘masa başı sosyologu’ idi;pek belirtilmeyen lirik bir tarafı da vardı. Temel problematiği ise, başta din olmak üzere temel değerleri gittikçe daha fazla sarsılan, değişim hali hızlanan bir toplumda düzenin başka hangi türyollardan sağlanabileceğiydi. Tarihi, ilerleme ile düzenin bir sentezi olarak gören Comte, metafizik çağda başgösteren reform yanlılarının fikirlerinin düzeni es geçtiğini, ancak kendi pozitif felsefesinin bu düzeni yeniden sağlayabileceğini söylüyordu. Sekülerleşme baskısıaltındaki metafizik dinler hükümlerini yitirirken; yerine akıl ve sevgiye dayalı İnsanlık Dininin geçmesini öneriyordu[iv].

Michel Houellebecq birçok bakımdan Comte’un sadık bir öğrencisi sayılır. Romanlarında hocasından alıntılar yapar, kahramanlarından birinePozitif Felsefe’yi okutturur ve oradaki pasajları tartıştırır (Platform, 2002). İleride değineceğim üzere, kendisi Comte’un felsefesini ve ütopyasını da benimser, hattabunları kurgusal düzeydegerçekleştirir. Ama herşeyden önce, o da bütün herşeyi aynada kendine bakarak, kendinden yola çıkarak yapar –Houellebecq’in bütün romanları otobiyografik unsurların kullanılması veya bunların kısmen değiştirilmesiyle kurulmuştur[v].

Otobiyografisinden yola çıktığı ve kişi/yer isimlerinin bile çoğu zaman gerçeğe uyduğu ilk romanının (Kuşatılmış Yaşamlar [1994]) kahramanı, Fransa’da orta sınıfa mensup bir bilgi-işlem sektörü çalışanı ve konusu onun sıradan, yalnız, tekdüze, konformist, sinik, kötümser yaşamıdır. Bu yaşamda somut, dişe dokunur bir işlevi olmadığını hisseder -nesnelerin kullanım değerlerini sorgular, onların nasıl üretildikleri hakkında hiçbir bilgisi olmadığını görür, kendisi de onlara bir şeyler katmamaktadır.

“Bu dünyayı sevmiyorum. Kesinlikle sevmiyorum. İçinde yaşadığım toplum beni iğrendiriyor; reklamcılık midemi bulandırıyor; bilgisayar dünyası beni kusturuyor. Bilişimci olarak bütün yaptığım, referansları, veri akışını, rasyonel karar ölçütlerini çoğaltmaktan ibaret. Bunun hiçbir anlamı yok. Hatta açıkça konuşmak gerekirse, bu olumsuz bir şey; nöronlar için gereksiz bir kalabalık. Bu dünyanın, daha fazla bilgi dışında her şeye ihtiyacı var” (s.85-6)

Hiçbir ideali veya doktriner ideolojisi yoktur. Din ve aile gibi tutunacak eski değerleri olmadığı gibimodern dünyanın kendisine sunduklarını da saçma, nafile ve kifayetsiz bulur. Hiçbir kolektif girişimi ve yakınlaşması/özdeşleşmesi olmamasıyla beraber, tümüyle içtenlikle katıldığı tek eylemi, tek projesi “sigara içmek”tir (s.84).Ne kadar değişik ve marjinal olursa olsun, hiçbir deneyim kişiyi başkalarından farklılaştırmayı başaramamaktadır. Bu eyleyememe ve deneyimsizlik hali kendi içinde bir çöküntü/bastırma ve kendine dönük şiddet (özlemi) halini alır. Houellebecq’in romanı, resmettiği bunalımdaki toplum modeli ve onun depresif, yabancılaşmış bireyleri açısından hiç de sıradışı gelmeyecektir kulağa. Ancak onu edebi açıdan diğerlerinden öne çıkaran, bu tabloyu gerçekçi kılmak için kullandığı stilizmden uzak, düz anlatım tarzı; okuru kurbanlarla özdeşleşme kurmaktan kaçındıran, yer yer alaycı dilidir[vi]. Goffmanvari karşılıklı rol yapışlarkurgulanır metinde. Kullandığı bir diğer yol, metnin arasına farazi sosyal psikoloji ve etoloji deneyleri sokmaktır. Burada sosyal bilimsel bir dilin parodisini kullanmasına rağmen, aslında insan davranışlarının sosyolojik belirleniminin üzerinde de vurgu yapmış oluyor. Unutmayalım ki, Comte ve ardıllarının sıkı bir izleyicisi olan Houellebecq, olguları açıklama çabasında psikolojik etkenlerin rolünü öne çıkaran teorilerden hiç hazzetmemektedir. Öyle ki, her fırsatta sorunu yaratan toplumsal süreçlerin eziciliğini, roman karakterlerini sağaltmaya çalışan psikologların hep bireysel kökene inme gayretkeşliğiyle tezatlaştırarak güçlendirir. Toplumsal süreçler içerisinde de öncelikli belirleyeni bilimsel ve teknolojik gelişme olarak görür.Aynı zamanda, hayvan davranışlarından verdiği örnekler ve kurduğu analojiler, insandaki katı biyolojik belirlenimin altını çizmeye yarar. Vurgulanan bu yönlerin, Houellebecq’in her fırsatta özellikle belli etmeye çalıştığı derin anti-hümanizminin tezahürü olduğunu da belirtmek gerekir[vii].

 

Tez

Bu noktada, Houellebecq’in diğer bütün kitaplarında da tekrarlanacak olan tezini, yani sorunun ana kaynağıyla ilgili tespitlerini belirtelim. Svend Brinkmann, Houellebecq okuyarak çağımız sosyologlarından Richard Sennett, Jean Baudrillard veya Zygmunt Bauman’ın tüketim toplumu hakkında yazdıklarından öğrendiğimiz şeylere benzer bilgiler öğrenebileceğimizeişaret etmekte[viii]. Belli bir süredir, sanayi-sonrası Batı toplumları başta olmak üzere, tüketim ve haz toplumu olarak kavramlaştırılan bir yapılaşmada yaşıyoruz. Kesintisiz halde tüketmeye ve her türlü hazzı tatmaya davet ediliyoruz; ki Houellebecq bunu, eserlerinde metaların reklamlarının cezbetmeye yönelik metinlerini, aynen Frédéric Beigbeder’in 99 francs romanında olduğu gibi sık sık tekrarlayarak bir an olsun gözdenkaçırmamızı önlüyor. Ancak bu haz vaadinin, genel tüketim talebi göz önüne alındığında,karşılanmasının olanaksız olduğu da açık. Çoğunluk açısından, vaadedilen hazların birçoğu elde edilemez[ix].Birçoklarımıza kalan, hüsran, yalnızlığın derinleşmesi, bunun doğurduğu eziklik ve hırçınlıktır, ‘loser’ olmak, kaybeden olmaktır! Modern toplumloser’ları yaratmakla kalmaz, bu yükükişilerin kendi suçları olarak görmelerini de sağlar[x].

Hiçbir uygarlık, hiçbir devir insanlarında bunca burukluk yaratmayı başaramamıştır. Bu bakımdan bizler hiç görülmemiş anlar yaşamaktayız. Çağdaş zihniyeti tek bir sözcükle özetlememiz gerekseydi, ben hiç kuşkusuz şunu seçerdim: burukluk” (s.150)

Bilgi-işlemci için çağın semptomu burukluktur, kaldı ki bu düzen ne kadar yetersiz ve acı verir olursa olsun değişebileceğine dair en ufak bir umut da ufukta görünmemektedir. Peki nasıl bu hale geldik, neden günden güne daha da yalnızlaşıyoruz? Metinde edebi oyunlar yapmayacağını not eden Houellebecq, bunun yanıtını kitabın orijinal başlığında göstermekte: Savaş Alanının Genişletilmesi. Burada kastedilen, ekonomik aklın diğer yaşam alanlarını istila etmesi; pazar ilişkileri mantığının, rekabetçiliğin, bireyciliğin ve özgürlük mitinin yaşamın her alanına yayılması.Başat rolü oynayan kapitalist dinamikler ve ona meşruiyet sağlayan liberal ideolojidir. Bunun yanısıra, buna bağımlı ikinci bir sürecin daha işlediği belirtilir. Aynen Pierre Bourdieu’nun sermayeyi üçlü bir ayrıma tabi tutmasında olduğu gibi bunu da toplumu kesen ikinci bir fay hattı olarak düşünmemiz gerekir. Cinsellik de tıpkı diğer alanlarda olduğu gibi bu liberalleşmeden etkilenerek toplumda ikinci bir hiyerarşik düzen oluşturur. Aynenekonomi alanında olduğu gibi,bu alandaki liberalleşmeden bir azınlık galip ayrılır: Kazananlar,Alpha erkekleri, Mike Jaggerlardır. Özgür aşk ve limitsiz cinsellik çoğunluk için ancak hayallerde kalır. Çirkinler (‘sıradan’ çirkinler de dahil olmak üzere) ve fiziksel normlardan sapanlar (şişmanlar, engelliler, deforme olmuşlar) zatenyarışa başlayamadan kaybetmiş esaslı bir grubu oluşturur. Hatta, toplumda yaygın olan gençlik ve tazelik kültü nedeniyle, yaşamlarının bir döneminde kazananlar safında olsalar bile yaşlılar bu son demlerini mağlup geçirmeye yazgılıdır. Yazarın bu tezi şöyle özetlenmekte:

Tıpkı sınırsız ekonomik liberalizm gibi ve benzer nedenlerle, cinsel liberalizm de mutlak yoksullaşma olguları üretiyor. Bazıları her gün aşk yapıyor; bazıları hayatlarında sadece beş-altı kez yapıyorlar; ya da hiçbir zaman yapmıyorlar ... ‘piyasa kuralları’ denen şey işte bu. Serbestliğin yasak olduğu bir sistemde, herkes iyi kötü yerini bulur ... Ekonomik liberalizm savaş alanının genişlemesidir, her yaşta ve toplumun her katındaki savaş alanının genişlemesidir.” (s.102)

Houellebecq’in ayırt edici bir yanı, bu karamsar vizyonda değişim olasılığına fazla yer açmaması, okuyucusuna ümit verici en ufak bir açık kapı aralamamasıdır. Ekonomik aklın istilası geri dönülmez ve nihaidir. Yaşamı kolaylaştırdığını düşündüğümüz ve her geçen gün gelişen ama anlamakta dahi zorlandığımız teknolojik gelişmeler de buna destek olup hız kazandırmaktadır. Edebiyat da bir işe yarayamaz: Hem okur tarafında hem de yazar tarafında pazara tamamıyla entegre olmuştur. Psikanaliz bile hesapçı, bencil bir benlik oluşturulmasına yardımcı olduğu için suçlanır. Muhalif hareketler ise son tahlilde, narsisizmleriyle sistemiyeniden üretmek veonu daha da kıyıcı hale getirmekten başka bir şey yapamamıştır. Bilhassa bu son nokta,yazarın kendi ülkesinde hayli eleştirilmesini de beraberinde getirdi. Houellebecq, 68’ kuşağının, feminizmin ve diğer ‘yeni toplumsal hareketler’in günümüzdeki durumun başlıca müsebbiblerinden olduğunu iddia etmektedir. Aslında, Mayıs 68’in Fransa’nın sorunlarının temelinde yattığına dair eleştirel bir bakış Fransa için pek de yeni sayılmaz –sağ kesimin yıllardır sahiplendiği, hatta Sarkozy’nin seçim kampanyalarında öne sürdüğü iddialara benzemekte[xi]. Houellebecq’in kendisi dinsiz olsa da gençliğinde Katolik eğitimi aldığı, üniversitede odasına o zaman bakan olan De Gaullecü Chirac’ın (ve Iggy Pop’un) posterlerini astığı[xii], Bernard-Henry Levy ile mektuplaşmalarında Sarkozy’den sitayişle bahsediyor oluşu doğru olsa da[xiii], kendisinin bu toplumsal hareketlere eleştirisinin kalkış noktasının gerici/muhafazakar bir konumdan olmadığını düşünüyorum. En basitinden, Sabine van Wesemael’in iddialarının aksine, Houellebecq geleneksel değerlere (din ve aileye) dönüşü savunmuyor[xiv]!Modern öncesi  yaşamı şöyle tanımlıyordu Houellebecq: “Çok soylu, sade ve kaba saba bir hayat. Bu arada oldukça sersemce bir hayat” (s.108)[xv]. Dini bir inancın kahramanlarının ikilemlerine bir çözüm oluşturabileceğine dair kitaplarında en ufak bir ima bile bulunmaz; çünkü metinler alenen ateisttir[xvi]! Houellebecq’in eleştirilerindeki kimi yönler artık pek az kimse tarafından reddedilebiliyor: hippi kuşağının bir sonraki onyılda New Age hareketlere yol vermesi, özgür seksin bir zaman sonra çeşitli durumlarda, kadınların aleyhine bir istismara dönüşebilmesi, feminizmin bir bölümünün ana akıma tahvil olması gibi[xvii].Sonuçta, geriye yönelik bir özlem olmadığının altı çizilmeli:

Beni reaksiyoner, gerici olarak tanımlıyorlar. Oysa ben, içinde bulunduğumuz durumun, ‘mutlak olarak geri döndürülemez bir çürüme’ olduğunu söylüyorum[xviii]

 

Anti-Tez

İkinci kitabı Temel Parçacıklar’da [1998] tezini mantıki olarak takip ederek, insan soyunda giderek derinleşen ıstıraba,bizatihi soyu sona erdirerek noktayı koyar.Kahramanlarımızdan biri, Michel, insanlar arasındaki biyolojik cinsiyet ayrımını aşmaya yönelik insan klonlama, daha doğrusu yeni bir tür geliştirme yolunu açacak olan bir bilimadamıdır. Yazar, geriye dönük olarak, Michel ve onun üvey kardeşi Bruno üzerinden Fransa’nın savaş sonrası toplumsal tarihini yeniden yorumlar, ‘çöküntü içindeki Batı uygarlığı’nın son dönemlerini anlatır. Metnin anlatıcısının gelecekteki bir noktadan bugünü değerlendirmesi, anlatının inandırıcılık etkisini arttırıcı bir otorite sağlar. Bunun kurgulanmasındaki söylem, kimi zaman fiziğin ve biyolojinin bilimsel jargonuna döner, kimi zaman da sosyolojik gözlemler içeren bir bildungsromanhavasına bürünür. En başta, iki kardeşin gelişimleri boyunca, cinsellik kodlarının değişmesi, kalıpların ‘özgürleşmesi’, popüler kitaplar, dergiler, filmler, müzik, yargı mevzuatı, boşanma ve suç oranları, gebelikten korunma yolları ve kürtaj konularında yaşanan gelişmeler, eğlence hayatı ve turizm gibi aktiviteler alanlarından örneklerle sergilenir.

Michel ve Bruno, cinsel özgürleşme döneminin mağluplarındandır. Michel hayli başarılı ama cinsellikten uzaklaşmış, münzevi bir bilimadamı olurken Bruno ise ezilerek geçirdiği ergenlik yıllarını yetişkinliğinde hedonizm peşinde koşarak telafi etmeye çalışan bir lise edebiyat öğretmeni olmuştur. Bruno evli olduğu halde arzularını, eski 68’lilerin ideallerini sürdüremeyip işi ticarete dönüştürdükleri, yuppielere New Age tarzı mistisizm pazarlayan ‘aşk kampları’nda arar. İki kardeş, bir süreliğine de olsa, karşılıklı sevgi ve aşka ulaşır gibi olurlar; ancak sevgililerinin ölümleriyle bu kısa mutluluk anı sonlanır. Bruno örneğindeki bir sınırsız hedonizm arayışı[xix] ya da Michel örneğinde asketik bir keşiş yaşamı da temel soruna çare olamamaktadır. Mutluluk anları, aynen özgür irade gibi, tesadüfi, kısa süreli ve geçicidir; oysa yaşlanma ve nihai olarak ölümün çok açık gösterdiği gibi mutsuzluk bakidir. Bruno bir yerde Aldous Huxley’in Cesur Yeni Dünya’sı için şöyle der:

Huxley’in evrenini genellikle totaliter bir karabasan olarak betimlediklerini, bu kitabı zehir zemberek bir ihbar gibi sunmaya çabaladıklarını biliyorum; basit ve açık bir ikiyüzlülük bu. Cesur Yeni Dünya her açıdan –genetik denetim, cinsel özgürlük, yaşlılıkla savaş, boş zaman uygarlığı-, bizler için bir cennet, şimdiye dek başarısızca ulaşmaya çabaladığımız dünya” (s.175)

Sonunda Houellebecq, gelecekte önce UNESCO, daha sonra diğer kurumlarca destekleneceğini kurguladığı toplu bir intihar/yeniden doğuş hamlesiyle “maymundan çok az farkı olan, bununla birlikte çok soylu istekler barındıran bu dertli ve aşağılık türü; işkence görmüş, çelişkilerle dolu, bireyci ve kavgacı, bencilliği sınırsız, bazen görülmedik şiddet patlamaları yapabilen ama iyiliğe ve aşka inanmaktan hiç vazgeçmeyen” (s.350) bu türü yok etmekte duraksamayacaktır.

Houellebecq, klonlama yoluyla daha üst bir türe geçiş temasını, The Possibility of an Island [2005] kitabında tekrarlar. Günümüzde de var olan bir UFO tarikatının inançları nedeniyle giriştikleri insan klonlama çalışmalarının uzak gelecekte sonuç vermesiyle, genetik teknolojinin sağladığı olanaklar sayesinde, seks, beslenme ve diğer pekçok temel ihtiyaçtan büyük ölçüde kurtulmuş yeni nesillerin ortaya çıkması sağlanmıştır.Yeni ileri-insanlar acı çekmezler, hissetmezler; kısacası akıllı birer bitki halini almışlardır.Hikaye, tarikatın günümüzdeki ilk üyelerinden ve ünlü bir komedyen olan Daniel ile onun gelecekteki 24. ve 25. klonları ağzından anlatılır. Liberal uzlaşım ve hoşgörü, politik doğruculuk veher tür ahlaki değere saldırmakla ününe ün katmış, medyada büyük paralar kazanmış ancak yaşlanmakta olduğunu farkedince çareyi genç bedenlerde arayan Daniel1, yazara diğer romanlarında olduğu gibi günümüz toplumlarına karşı olanca hıncını kusma olanağı verirken; Daniel24 ve Daniel25 ile de post-apokaliptikbir bilim-kurguya girişmesini sağlar. İlginç olarak, bu kez ileri-insan türü ne olduğu belirsiz bir eksiklik duygusu yaşamakta, eski insanlar gibi ontolojik sancılar çekmektedir. Herşeye rağmen Daniel1 ölmeden önce “zamanın bir yerinde/ bir ada mümkünatı” (s.378) olduğunu da söylemekten geri durmaz.

Comte kadar Schopenhauer’in de izleyicisi olan Houellebecq’e için, insan yaşamının tartışılmaz tek gerçek hedefi sekstir –liberalleşme süreci, bu alanı serbestleştirdiği ölçüde rekabete de açmış, idealleştirerek bariyerleri de yükseltmiştir. Daha da kışkırttığı arzuları tatmin yolunu birçokları için kapamıştır.Bunun sonucunda Batı’da bazıları çareyi seks turizminde aramaktadır. Houellebecq, Lanzarote [2000] ve Platform’da odağını bu konuya kaydırır.“Artık daha fazla yaşamanın olanaklı olmadığı bir sistem yarattık, dahası, onu ihraç etmeye devam ediyoruz” (s.258) der. Tipik bir Houellebecq kahramanı olan, orta sınıf bir bürokrat, yalnız ve insansevmez Michel, turizm sektöründe üst düzey bir kademede çalışan bir kadınla tanışır; yeni sevgilisiyle birlikte Batılı erkek ve kadınların seks ihtiyaçlarını dünya çapında karşılayabilecekleri cazip gezi paketleri düzenlenmesinde öncülük ederler. Böylece anayurtlarında şans bulamayan çirkin, şişman ya da aciz düşmüş her insan, fantazilerinin bedelini ödeyebilecek kadar zengin olan herkes; temel ihtiyaçlarını bile temin edebilmekte zorlanan ve paraya ihtiyaç duyan Taylandlı, Kübalı, Afrikalı vb. seks işçisiyle beraber olabilecek, ideal bir mikro-ekonomik değişimle palyatif de olsa sorunlarınıkarşılıklı olarak giderebilecektir. Diğer kitaplara göre daha alaycı ve sözünü sakınmaz bir dil kullanılır; çoğu parodileştirilen alt ve orta sınıf mensubu kişiler ırkçı veya kadın düşmanı lafları ağızlarından eksik etmez. Yığınlar halinde, aynı ‘herşey dahil’ turlarda devamlı farklı bir egzotik deneyim arayan turist klişesiylemutat olduğu halde yine dalga geçilmektedir[xx] –metni sıradan olmaktan kurtaran, yazarınusta kara mizahı ilebir etnolog titizliğiyle göz önüne serdiği gösterge bolluğudur (broşürler, havalimanlarında satılan popüler tatil kitapları, pazarlama stratejileri gibi). Yazar süpermarket kataloglardan, tatil rehberlerden, haritalardan kültürel tarih okuması yapar; bu tür banal/gündelik şeylerdeki cezbetmeye yönelik şiirimsi üslubu hayranlıkla inceler. Tüketici davranışı modeli için Gary Becker ve Veblen arasında karşılaştırma yapar,topluluklar halinde seyahat eden turist dinamikleri için ilk anda Simmel’i hatırlatacak izahlar geliştirir,Annals of Tourism Research dergisinde uydurma bir makaleyi kaynak gösterir, yardımlarına başvurdukları bir sosyologun sorunları önce uzun uzadıya teşhis etmesi ancak pratik bir çözüm üretmekten aciziyetiyle dalga geçer. Romanın sonunda, çiftin kaldıklarıotele düzenlenen ve 11 Eylül saldırılarıyla 2002’de Bali adasındaki saldırının sanki kehaneti olan bir İslamcı terörist saldırı sonrasında sevgilisini kaybeden Michel için mutluluk anı sona erer; gelen tepkiler üzerine büyük turizm acentaları seks turizmi paketlerini rafa kaldırmak zorunda kalırlar.

 

Provokasyon

Houellebecq’in açıksözlülüğü, ‘hassas’ toplumsal olgulara yönelttiği alaycı saldırıları kendi ülkesi kamuoyunda hayli tartışma yarattı[xxi]. Çoğu kimseye göre Houellebecq, göçmenlere, İslama, siyahilere, kadınlara yönelik sözleriyle, eserlerindeki pornografi ve şiddet öğeleriyleiflah olmaz bir gerici, provokatör, Fransa’nın medyaya oynayan yeni kötü çocuğuydu.Aslında kendi metinlerindeki söylem çeşitliliği, herhangi bir söylemin baskın veya doğru sayılabileceği bir noktaya pek getirilmez: hep birbirleriyle çelişir, bir diğerini yanlışlar. Houellebecq’in düz dilinin ironi mi yoksa kendi düşüncesi mi olduğu tartışılır ve içinden çıkılmaz bir sorun halini almaktadır. Örneğin, “Ne zaman Gazze’de bir Filistinli teröristin, Filistin bir çocuğun veya hamile bir Filistinlinin vurulduğunu işitsem, dünyadan bir Müslüman’ın daha eksildiği düşüncesiyle zevkten titriyorum” (Platform, s.250) cümlesi bağlamından kopartıldığında haklı olarak tepki toplayacaktır. Bu, saldırıda sevdiğini yitiren Michel’in kendi sınırlı bakış açısının ve kin duygusunun dile getirilişidir. Çoğaltılabilecek buna benzer örnekler, bir sarsma, şok etme ve skandal efekti işlevi görür. Houellebecq’in metin-dışı alanda yani röportajlarındaki suskun ya da kabullenici -hatta kimi zaman daha da kışkırtıcı- tavrı isebu etkiyi arttırır.

Benzeri bir üslup kadınlar için de söz konusudur. Houellebecq’in metinlerinde kadınlar çoğu halde ya seks objesi ya da ulaşılmaz, aşırı idealize edilmiş(ve belki de bir imkansızlığı göstermek için her romanda mutlaka bir şekilde ölen) kişilerdir. Temel teze uygun olarak ‘özgürleşen’, ‘bağımsızlaşan’ kadınlar, cinsiyetinden uzaklaşmış mutsuz veya doyumsuzbirer sapkın görünümündedir. İzleyicisi olduğu Comte ve haliyle Schopenhauer’le paralellik burada da aşikar[xxii]. Yine de, Comte’unaşık olduğu geç romantik döneminde olduğu gibi, kadını aşağı cins olarak görmekten vazgeçip onu, duygusallığı ve ahlaki üstünlükleri nedeniyle bu kez asıl ‘tam insan’ sayar. Nasıl gelecekteki pozitif İnsanlık Dinini kadınlar temsil ediyor idiyse, Houellebecq’in gelecekteki insan-üstü türünün kadına daha yakın olacağı varsayılır. 

Houellebecq’in bütün romanlarının otobiyografik olduğunu belirtmiştim. Ana karakterler,parçalanmış ailelerde büyümüş ama büyüklerin dünyasına da alışamayıp hep çocuk veya ergen kalmış kişilerdir. Sadece İslam’dan, banliyölerdeki ‘korkutucu’ göçmenlerden, kendinden uzun cinsel uzuvlara sahip siyahilerden, cinsel hiyerarşide öne çıkan gençlerden değil herkesten ve her şeyden sonuna kadar nefret ederler -başta bizzat kendileri olmak üzere. Kilise, liberal-sosyal demokrat uzlaşım,çekirdek aile yaşamı, orta sınıf ahlakı,medyanın şekillendirdiği tüketim ve şöhrete dayalı değerler, ‘ulusal onur’dan başka gurur duyacak birşeye sahip olmayanların tutunabileceğimilliyetçilik, yeni türeyen mistik tarikatlar vb. akla gelebilecek diğer başka pekçok şeye karşı da kinle doludurlar.Vurgulanması gereken nokta, sözkonusuprovokasyonun geleneksel sağ/sol, ilerici/gerici kalıplarını aştığı, topluma karşı tümden bir cephe alış halinde oluşudur.

 

Senteze doğru?

Bu dipsiz bir karanlıktır. Kitleler, kalabalıklar her zaman bir linç topluluğuna dönüşme eğiliminde, zayıfı ve azınlığı ezmeye hazır kaba bir güçtür. İnsanoğlu bireysel olarak da ahlaken pek imrenilecek bir canlı değildir; kaldı ki, her türlü reform çabası umutsuzdur: “Daha önce hiçbir zaman, insani ilişkilerinin, gezegenlerin hareketi gibi engellenemez şekilde, tümüyle deterministik halde doğup evrildiğini sonra da sonlandığını bu denli açıklıkla hissetmemiştim. Bu gidişatın az da olsa düzeltebileceğini ummak boş ve saçmadır.” (The Possibility of an Island, s.315-6).Tanrının da olmadığı bir dünyada neye, hangi amaçla tutunulacaktır? Romanlarının temelini teşkil eden ironiye mi? Yine Sabine van Wesemael’in düşündüğünün aksine, kati surette ironinin de bir fayda sağlamayacağını söylenmelidir[xxiii]. Nietzscheci bir Dionysos anlayışını reddeder; o denli ki, biraz da abartılı olarak bunu ezenin, horlayanın, alay edenin gülüşüyle bir tutar. Nihilizmi, Nietzsche yerine hocası Schopenhauer’e döner: hazzın reddedilişi şeklini alır.Houellebecq’de soyut bir insan kutsallığı, insan hakları anlayışı ve buna dayalı politik ve ahlaki teoriler bulunmaz. Sadece Schopenhauer’in yücelttiği merhamet duygusunu öne çıkarır. Modernitenin yoğunlaştırdığı bunca burukluğa ve mutsuzluğa karşı, Houellebecq’in bir yandan gülünç durumlara soktuğu insan tiplerine derin bir merhamet duygusu gösterdiği de inkar edilemez.

Bülent Diken, Houellebecq’i, haklı olduğu öfke ve kızgınlığını, programsız ve içinden çıkılmaz bir kine (spite) dönüştürdüğü için eleştirmektedir. Diken’e göre, nihilizm kişinin iğrendiği tüm o değerlerin yıkımına yol açabilecek başka bir yola yani pozitif bir açılıma da olanak sağlayabilir. Bunun örneğini Nietzsche’nin ortaya koyduğunu ileri sürer[xxiv]. Gerçekten de Nietzsche’de elde çekiç, eski değerleri yıkarken bir yandan da yeni değerler üretme arzusu ve canlılığı söz konusudur. Oysa Schopenhauer’de bunun yerini geri çekiliş, kimine göre erdemli kimine göreyse sinik bir suskunluk almaktadır.Sanat, geçici de olsa, bu geri çekilişe anlam katabilecek avuntu uğraşlardan biri olabilir.

Houellebecq’in Goncourt ödülüne layık görülenHarita ve Topraklar [2010] isimli son kitabı, görsel sanat dallarında eserler veren Jed Martin’i konu edinir. Kitap, öncekilerle konu, anlatım, gözlem ve alaycılık yönleriyle benzerlik gösterse de provokatif ve sansasyonel unsurlarnispeten daha azdır. Benzeri unsurlar içinde öne çıkanı, Houellebecq’in kendini bu kez kurguya doğrudan dahil etmesi, sanatçı Jed Martin’in sergisi için katalog metnini hazırlayışı ve sonunda bir katil tarafından vahşice öldürülüşüdür. Romanda Fransa sanat piyasası ve çoğu gerçek olan ünlü kişiler hakkında gözlemler yapmakla yetinilmez; uluslararası işbölümü içinde sanayi-sonrası dönemde Fransa’nınkırsal kesimiyle öne çıkan bir turizm ülkesi haline geliş süreci öngörülür. Bunlara rağmen, romanın sosyolojik sayılabilecek unsurlar bu kez daha geri plandadır.

Kitabın başlığı, Amerikalı filozof Alfred Korzybski’nin (1879-1950) ünlü “Harita, toprak değildir”metaforik sözüne atıfta bulunur. Buna göre, nesne ile onun temsili aynı değildir. Korzybski’ye göre, insanlar bu ikisi arasında özdeşlik kurduğundan dolayı anlam çatışmaları doğmaktadır. Benzer anlayışla yola çıkan, antropolog Gregory Bateson’un (1904-1980) dahil olduğu, Palo Alto grubu olarak adlandırılan bir grup bilimadamı da soyutlama düzeyleri ve iletişimdeki patolojiler üzerinde çalışmıştır. Goffman’ın çerçeve kuramı (frame) da buna paralel oluşturulmuştur. Genel fikir, anlamın etkileşim içindeki bireylerin bağlamına göre farklı yorumlanmasıdır. Bütün bunlar, Wittgenstein’ın ‘dil oyunları’ anlayışıyla ve daha inşacı (constructivist) bir epistemolojiyle uyumlaştırılabilir.

Korzybski ve Bateson, akıl yürütme ve bağlamsal etkileşimden kaynaklanan sorunlara bir çözüm üretmeye çabası içindeydi. Tabii ki, bir yazar olarak Houellebecq’in sistematik bir ontolojik ve epistemolojik kavramlaştırmaya kalkışması beklenmemeli. Zaten Houellebecq de, Jed Martin’in Michelin haritalarının fotoğraflarını çekerek hazırladığı ilk serginin ismini “Harita topraktan daha ilginçtir” (s.70) koyuyor. Aslında buradan anti-realist bir çıkarımda bulunmak zorlama olacaktır; ilişkinin niteliğinden çok temsile dair bir değer yargısı vardır. Kaldı ki, harita ile toprak arasında belli bir derece mütekabiliyet de bulunmalıdır. Topraktan haritayı çıkarmak ise ‘fark’ yaratmaktır. Yaratıcı insanın farkı, istenci askıya alarak dünyayı ‘olduğu gibigörebilmesi, tek bir duruma binlerce durumu sığdırabilmesidir. Yaşamın hep dışında duran, bocalayan, çocuk kalan Jed Martin, Schopenhauer’in yaratıcı insan tipinin yaşama geçirilişidir[xxv]. Jed Martin ölmeden önce tamamladığı son eseri için “Dünyayı anlatmak istedim... Sadece dünyayı anlatmak istedim” (s.343) der. Bu eserinde, tanımış olduğu insanların fotoğrafları gibi çeşitli objelerin çürümesini filmlere kaydetmiş, daha sonra bunları üstüste bindirerek kısa videolar hazırlamıştır. Bunlar, bir yandan “Avrupa’da sanayi devriminin sona erişi, genel olarak da her türlü insani sanayinin ölümü ve geçici oluşu üstüne nostaljik bir derin düşünme” olarak ele alınabilecekken,  bir yandan da “insan ırkının toptan yok oluşunu simgelercesine dağılıp parçalara ayrılmasının içimizde uyandırdığı o azabı”nı gösterirler (s.349). Harita sonunda toprağa döner.

 

Houellebecq ne işe yarayabilir?

Rita Felski, neden edebi metinler okuduğumuz sorusuna, kendimizi tanımak, bilgi edinmek, büyülenmek ve şok olmak gibi cevaplar vermekte[xxvi]. Buradaki ‘bilgi’, elbette estetik, ideolojik, gündelik ve bilimsel bilginin kendine özgü bir bireşimidir. Sosyolojik bilgi ile farklı olmasına rağmen arasında kalın duvarlar bulunmaz. Houellebecq’in eserleri de, türünün sağladığı imkanların da ötesine giden tutarsızlıklarına, çarpıtmalarına, eksikliklerine ve olanca eklektikliğine rağmen,yaratabildiği gerçeklik hissiyle zannımca ‘iyi sosyal bilim’in de kıstaslarından birine yakınsamaktadır. Çok satmasının nedenini sadece medyada veya alevlendirdiği tartışmalarda görmemek gerekir.

Çoğu kimse için Houellebecq azılı bir siyasal gerici, banal ve pek derin olmayan bir anlatımı olan yazar[xxvii], etik açıdan kabul edilemez bir nihilisttir.Nihilistler, kötümserler hep kendi kendileriyle çeliştikleri düşünüldüğünden eleştirilir ve küçümsenirler. Oysa, misantrop Alceste’i gülünç duruma düşürdüğü için Moliere’e kızan Jean-Jacques Rousseau’nun yolunu izlemek daha doğru olacaktır. Hayal kırıklığı, hınç, acı ve mutsuzluk doğuran, bütün o iyimser teori ve kurumlarda inat etmek yerine daha realist bir tavır geliştirebilmemiz için aydınlatıcı olabilir bu metinler[xxviii].Şüphesiz, sosyolojinin gelişim sürecinde baskın taraf, Aydınlanma geleneğininiyimser yanı olmuştur. Artık kelime, kavram ve araştırmalarımızdan uzak tuttuğumuz ya da başka disiplinlere havale ettiğimiz, ancak sosyoloji kurucu babalarının pek de görmezden gelmedikleri, insan ve insan topluluklarının ‘karanlık taraf’larıise yok sayılmakta. Schopenhauer ve Comte’un bir birleşimi olarak ele alındığında Houellebecq’i, bu karanlık tarafı yeniden merkeze alacak bir sosyolojikkavrayışa davet olarak okumak mümkündür. Toplumsevmez bir sosyoloji, bugüne dair herşeyeödünsüz bir nefret ve hınçla bakabilen bir sosyoloji, üst perdeden ödev ahlakı öğütlemek yerine merhamet, empati, özgecilik, dayanışma olasılığı arayan bir sosyoloji?[xxix]

 

Michel Houellebecq için kullanılan kaynakça:

Kuşatılmış Yaşamlar [Extension du domaine de la lutte, 1994], çev. Aysel Bora (İstanbul: Can Y.,2001)

Temel Parçacıklar [Les Particules élémentaires, 1998], çev. Osman Senemoğlu (İstanbul: Doğan Y., 1999)

Lanzarote [2000], İng. çev. Frank Wynne (London: Vintage, 2003)

Platform[Plateforme, 2001] İng. çev. Frank Wynne (New York:Vintage Books, 2002)

The Possibility of an Island[La Possibilité d'une île, 2005] İng. çev. Gavin Bowd (London: Phoenix, 2005)

Harita ve Topraklar [La carte et le territoire, 2010] çev. Orçun Türkay (İstanbul: Can Y., 2012)



[i] Wolf Lepenies, Between Literature and Science: The Rise of Sociology, (Cambridge: Cambridge U.P., 1988)

[ii] S. Brinkmann, “Literature as Qualitative Inquiry: The Novelist as Researcher” Qualitative Inquiry, 15:8, (2009):1376-94. Yazar, Houellebecq’in ‘alaylı’ bir sosyolog sayılması görüşündedir, eserlerini de ‘lirik sosyoloji’ olarak tanımlar. Ayrıca, A. Riley “In the Trenches of the War between Literature and Sociology: Exploring the Scandalous Sociology of Modernity in the Novels of Michel Houellebecq” International Journal of Contemporary Sociology, 43:1, (2006):105-24

[iii] Lepenies, a.g.e. s.46

[iv] A. Comte için bkn. Mary Pickering, “Auguste Comte”, G. Ritzer (der.) The Blackwell Companion to Major Classical Social Theorists, (Oxford: Blackwell Publishing, 2003)

[v] Theo Tait, “Gorilla with Mobile Phone” London Review of Books, 28:3, Şubat 2006

[vi] Irene Favier, “The Condition of the ‘Postmodern’ Individual? Sexual Competition and Modern ‘Dissociety’ in Houellebecq’s Extension du domaine de la lutte” Paroles Gelées, 24:1, (2008):91-105

[vii] Jeff Wallace, “Atomised: Mary Midgley and Michel Houellebecq”  A. Mousley (der.) Towards a New Literary Humanism (London: Palgrave Macmillan, 2011)

[viii] Brinkman, a.g.e., s.1391

[ix]J.I. Abecassis, “The Eclipse of Desire: L’Affaire Houellebecq” MLN, 115:4 (2000):800-26;

[x] Bülent Diken, Nihilism, (London: Routledge, 2009)

[xi] H. Frey & B. Noys, “Introduction: ‘Reactionary Times’”, Journal of European Studies, 37:3,(2007):243-253 ve W. Michallat, “Modern Life Is Still Rubbish: Houellebecq and the refiguring of ‘reactionary’ retro”, Journal of European Studies, 37:3,(2007):313-332. Yine de bu eleştiriler sadece sağ kesimle sınırlı değil; sosyolog Gilles Lipovetsky ve Régis Debray da benzer eleştiriler yapmaktaydı.

[xii] Tait, a.g.e.

[xiii] Bernard-Henry Levy & Michel Houellebecq, Public Enemies, transl.by M. Frendo & F. Wynne, (New York: Random House, 2011) s.280

[xiv] S. van Wesemael, “Michel Houellebecq: A fin de Siecle for the Twentieth Century”, A. Durand & N. Mandel (der.) Novels of the Contemporary Extreme, (London: Continuum, 2006) s.100-108

[xv] Baba tarafının işçi sınıfı geçmişinden bahsederken de bunun kendine özgü ‘onurlu’ bir yaşam olduğunu ama dehşet verici derecede ‘kısıtlı’ olduğundan da bahseder. Bernard-Henry Levy & Michel Houellebecq, a.g.e., s.57

[xvi] Ben Jeffery, Anti-Matter: Michel Houellebecq and Depressive Realism (Washington: Zero Books, 2011). Louis Betty de Houellebecq romanlarını Richard Dawkins ile Christopher Hitchens’ın başı çektiği yeni ateist akıma yakın bulur. L. Betty “Classical Secularization Theory in Contemporary Literature: The Curious Case of Michel Houellebecq” Literature & Theology, (2012):1-18

[xvii] Carole Sweeney ise haklı olarak, Houellebecq’in feminizm diye topa tuttuğu şeyin, aslında 1990’larda ortaya çıkan, apolitik ve post-ideolojik, tüketime ve hazza odaklı ‘Sex and the City’ feminizmi, yani üçüncü kuşak feminizmin kötü bir kopyası olduğunda ısrarcı. C. Sweeney, “Natural Women? Anti-Feminism and Michel Houellebecq’s Plateforme” Modern & Contemporary France, 20:3,(2012):323-336

[xviii] Bernard-Henry Levy & Michel Houellebecq, a.g.e., s.111

[xix] Romana bir yan-anlatı olarak dahil edilen başka bir çerçevede bu hedonizm arayışının doğal varış noktasının, güçlü olana herşeyin mübah olacağı, hep daha fazla şiddet, acı, istismar ve işkencenin aranacağı, ahlak ve merhametin rafa kaldırıldığı sadistik bir orji olacağı -hayli canlı ve provokatif ayrıntılarla- belirtilir.

[xx] A.N. Loingsigh “Tourist Traps Confounding Expectations in Michel Houellebecq’s Plateforme” French Cultural Studies, 16, (2005)

[xxi] Bu l’affaire Houellebecq için bkn. R. Schoolcraft & R.J. Golsan “Paradoxes of the postmodern reactionary: Michel Rio and Michel Houellebecq” Journal of European Studies, 37:3,(2007):349-372. Meseleye daha olumlu yaklaşan bir değerlendirme: R. Cruickshank “L’Affaire Houellebecq: ideological crime and fin de millénaire literary scandal” French Cultural Studies, 14:1,(2003):101-16

[xxii]M. Pickering, a.g.e.

[xxiii] Gerald Moore “Gay Science and (No) Laughing Matter: The Eternal Returns of Michel Houellebecq” French Studies, 65:1, (2011):45-60

[xxiv]Diken, a.g.e.

[xxv]İoanna Kuçuradi, Schopenhauer ve İnsan, (Ankara: Türkiye Felsefe Kurumu Y., 2006), s.84-7

[xxvi] Rita Felski, The Uses of Literature, (Oxford: Blackwell, 2008)

[xxvii]Bunların arasında Houellebecq’i “süpermarketlerin Baudelaire’i” olarak gören Perry Anderson’un olduğunu da not edelim: P. Anderson, The New Old World (London: Verso, 2008) s.147

[xxviii]Kötümserliğin siyaset felsefesi için aralayacağı olasılıklar üzerine mükemmel bir çalışma için bkn.J.F. Dienstag, Pessimism: Philosophy, Ethic, Spirit (Princeton: Princeton U.P., 2009)

[xxix]S.G.Meštrović, “Rethinking the will and idea of sociology in the light of Schopenhauer's philosophy” British Journal of Sociology, 40:2, (1989), 271-93

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder