21 Ekim 2020 Çarşamba

Lyndon H. Larouche, Jr. (Troçkistler II)

 

Başlamadan belirtmem gerekir ki, ABD’li Lyndon LaRouche’u (1922-12 Şubat 2019) Troçkistler başlığı altında değerlendirmek haksızlık olacak; asıl ününü ve etkisini solculuktan demagogluğa, komplo teorisyenliğine ve faşistliğe geçişi sonrası kazandı. Ancak kökleri itibariyle kendisi Troçkist hareket içerisinde doğdu, on beş seneden fazlasını bu hareket içinde geçirdi. 1970’ler ortasına dek de, en azından teorik olarak, solda olma lafzını da korumuştu.1973 gibi bir tarihte LaRouche, Rosa Luxemburg’u savunan yazılar yazıyor; Buharin’e karşı Preobrazhensky ve Sol Muhalefete benzer sanayileşme savunucusu argümanları kullanıyordu.

2019’daki ölümünün ardından kendisi hakkında bir yazı hazırlamıştım ama gönderdiğim yerin ilgisini çekmeyince yayınlanmadan kaldı, kayboldu. Şimdi kafama göre takılabildiğim halde, Larouche’u da Troçkistler serisi içinde yad etmek istedim. Larouche ülkemizde pek tanınmayan ama bayağı ilginç, çatlak kafalı, soldan sağa geçmiş bir komplo teorisyeni, kendi etrafında bir sekt oluşturmuş narsist bir megaloman. Bizde kime benziyor diye soran olursa, hemen Doğu Perinçek derim…

*

Lyndon LaRouche Quaker bir aile çocuğu. II. Dünya Savaşı’nın sonralarına doğru pasif görevler için orduya alınıyor. ABD’ye döndüğünde, tanışmış olduğu kişiler aracılığıyla “Socialist Workers Party”e (SWP) katıldı. İlk karısı Janica, SWP’nin New York kolunun sekreteriydi. Zaten LaRouche’un SWP üst yönetimini tanıması da karısı yoluyla oluyor. İşin aslı, LaRouche durmadan parti içi bültenlere raporlar yazan, silik bir kişilik görüntüsünde. Toplantılarda gözükmeyen, akıllı (birkaç dili iyi bilen, iyi satranç oynayan, çok okuyan) ama yalnız ve zararsız, hatta bir işte tutunamayan beceriksiz, bir tip.  Fakat giderek artan bir şekilde, megaloman bir düşünür halini alıyor. (Yeni gelişen bilgisayar sistemlerini inceleyerek sibernetik teorilerinden etkileniyor. Bunu ekonomiye uygulamayı düşünüyor. Psikanalizle, fizikle, ileri matematikle ilgileniyor.) Parti içinde ciddiye alınmayınca, o da SWP’yi artık “devrimci” bir ortam olarak görmüyor, dehasının fark edilmediğini düşünüyor. (Daha sonraki yıllarda, muhafazakar çevrelere yaranmak isteyen LaRouche kendi sol kökeninin üstünü örtmek için SWP’de FBI için çalıştığını açıklayacaktır. SWP içinde FBI için rapor yazan yüzlerce üyenin olduğu zaten ortaya çıkmıştır. LaRouche da onlardan olabilir.)

SWP 1960’ların ilk yarısında yoğun bir parti-içi tartışma yürüttü. Gerek Uluslararası Sekretarya ile birleşme konusu gerek de Küba devriminin değerlendirilişi konusu ön plandaydı. Bu tartışmalarda, LaRouche -nasıl olduysa- teorik liderlerden biri olarak gözüküyor. 1964’te SWP içinde Uluslararası Sekretarya ile birleşmeye karşı çıkan ve Castro’ya daha eleştirel yaklaşılmasını isteyen G. Healy (kendisi de bir lider kültü örneği olan, İngiltere’deki SLL-WRP lideri) yanlısı hizibe yaklaşıyor. 1966 yazında ise kısa bir süre Spartakistlere katılıyor. Sonra kararını değiştirip kendine bağlı bir “5. Enternasyonal” oluşturmak için yalnız başına kolları sıvıyor.

Gündüz, büyük şirketlere “verimliliği” nasıl arttırabileceklerine dair danışmanlık hizmete vererek çalışan Larouche; akşamları da, bir ekonomist olarak Marksist klasikleri okuma gruplarında üniversite öğrencilerine ders veriyordu. Kendi yazdığı otobiyografisinde, diğer insanlarla karşılaştırıldığında kendi dehasının farkına vardığı euphoria anını anlatıyor ve bunu toplumu iyiye doğru etkilemek için nasıl kullanmayı tasarladığını anlatıyor; yani dünyayı bir ekonomik krizden kurtarmak için sıfırdan yeni bir örgüt yaratmak (1966). Örgütü bu öğrenciler arasından seçecekti.  

 


O dönem Amerika’daki en aktif örgüt olan “Students for a Democratic Society” (SDS) öğrenci örgütü içinde bir grup oluşturdu: “National Caucus of Labor Committees”, NCLC. 1968’de Columbia Üniversitesi boykotu esnasında inisiyatifi ele aldılar. Bu arada, eğitimde ayrımcılığa karşı atılan adımlara reaksiyon gösteren “beyaz” öğretmenlerin grevinin yanında durmayı seçtikleri için SDS’den atıldılar. Diğer sol grupları azınlıkları desteklemekle suçlayıp, baskın grubun sendikaları yanında olmayı seçtiler.

LaRouche’a göre NCLC; Marcuse gibi yazarları okuyan dejenere yeni sola karşıt olarak, Beethoven dinleyip Fichte, Leibniz gibi filozofları okumayı tercih eden eli yüzü düzgün “hakiki” soldu. Diğer solcuları, siyahi hakları için mücadele edenleri “faşist” olarak damgalıyorlardı. Feministlere cadı diyorlardı

NCLC, diğer sol gruplara saldırmalarıyla, onların toplantılarını basmalarıyla tanınıyorlar. En başta komünist partiye (CPUSA) Doğu yakasında toplanma hakkı tanımayacaklarını belirterek saldırıyı başlatıyorlar. Komünist partililerden Maoistlere, diğer Troçkist gruplara tüm solu karşılarına alıyorlar. 1973’te siyasal parti olarak “US Labor Party” kuruluyor. Bu yıllarda yaklaşık 1000 üyesi var. Böylece solla fikri ve fiziki ayrılıkları da gerçekleşiyor.

Larouche, çevresine topladığı kadrolar için “egodan sıyrılma seansları” düzenliyor. Örneğin, görevlerini yapmakta başarısız üyeler yoğun bir eleştiri bombardımanına tabi tutuluyor. Üyelere, gizli servislerin beyin yıkama yöntemiyle bazı kişilere grup içinde ajanlık yaptırdıkları söyleniyor, hatta birini deşifre ediyorlar. Bunun sonucunda artık en ufak bir şüphesi olan üye, bunu kendine yöneltiyor. Eğer yönetim hakkında şüpheci bir muhalifliğe meyleden olursa, grup elemanları onu günlerce zorla alıkoyup, yüksek sesli Beethoven dinleme seanslarıyla beyin yıkamayı “tersine çevirmeye” çalışıyor!

Yeni örgüt aslında bir istihbarat birimi şeklinde çalışıyor. Düzenli istihbarat raporları hazırlıyorlar. ABD’de ve yurtdışında alenen ve kolay kolay elde edilemeyecek bilgilere eriştiklerini söylüyorlar -ki, çoğu fabrikasyon. Ellerindeki bilgileri yüksek fiyat verebilecek alıcılara sunuyorlar. Hem yönetim kademelerinden insanlarla, hem iş çevreleriyle, hem de ultra-sağ, faşist KKK gibi örgütlerden isimlerle kontaktlar kuruluyor.

Yurtdışında da etki alanları oluşturuyor. Almanya’da, Fransa’da, İsveç’te ve Avustralya’da zaman zaman seçimlere giren partileri var. Kanada, Meksika, Latin Amerika ve diğer bazı ülkelerde hücre ve bağlantıları var. Almanya’da ilkin Spartakist gençler arasından eleman topluyor. 1974’te “Europäische Arbeiterpartei” partisi kuruluyor. Grubun lideri, 50 yaşlarındaki LaRouche’un ikinci eşi olacak 22 yaşındaki Helga Zepp. Helga Zepp, Almanya’da ayrıca Schiller Enstitüsü’nü kuruyor.

LaRouche 1976’den (1992’dekinde cezaevinden olmak üzere) 2004’e kadar tüm başkanlık seçimlerinde aday oluyor. Bazılarında Demokrat Parti adaylığı için yarışıyor. Özellikle 1980’lerde Demokrat Parti içinde elde ettiği kısmi başarılar, tanınırlığını arttırıyor. Zaten kendisini tanımayanlara, önemli bir kişi olduğu zannı vermek için kullandığı yol, Demokrat Parti başkan aday adaylıkları…

1970’lerin sonunda artık Marksizm gibi ABD müesses nizamına ters gelen söylemler çoktan bırakılmıştır. 1980 ve 1984 Demokrat Parti başkan adaylığı yarışlarına katılması, topladığı büyük miktarda bağış yoluyla televizyonlarda uzun sayılabilecek yayın ve reklam süresi satın alması önünü açar. Bu yolla Reagan yönetiminden dostlar bile edinir. Ayrıca, bazı zengin aile çocuklarını kafalayıp onlardan yüksek miktarda bağış kapmayı da becerirler.  Virginia’da karargah gibi tahkim edilmiş, oldukça korunaklı bir malikane satın alınıp oraya taşınılıyor. Bu kale gibi yerde yüzlerce grup elemanı beraber yaşıyor. Sürekli kendisine suikast tehditlerinden bahsederek korumalarıyla yaşayan LaRouche için kötü haber 1980’ler sonunda gelir. 1989’da vergi kaçırdığı (34 milyon dolar), bağış toplamada usulsüzlükler yapıldığı gerekçesiyle 15 yıl hapis cezası alıyor. Beş yıl hapiste kaldıktan sonra 1994’te şartlı tahliye oluyor.

Faşizan bir komplo teorisyeni olarak bu tarihlerden sonra yapıp ettikleri üzerinde durmaya değmez. Kimsenin ciddiye dahi almadığı bu figür, 11 Eylül saldırıları ardından tekrar gündeme gelmişti. Saldırıların ABD iç istihbarat örgütlerinin işi olduğunu söylemiş, Irak Savaşı’na şiddetle karşı çıkmıştı. Yakın dönemlerinde ise Rusya ve Çin’i özellikle destekliyor, Rusya’ya sıkça gidiyordu. Trump’a karşı yöneltilen Rusya bağlantısı iddialarını reddediyorlar ve önceden dalga geçtikleri Trump’ı savunuyorlardı. Ayrıca Suriye’de Esad ve Rusya yanlısı uluslararası çevrelerde etkinler.

*

 


Biraz, özetle fikirlerine bakalım. Kestirmeden şunu söyleyebiliriz. LaRouche’da ilk yıllarda bulunan Marx, Lenin veya Troçki giderek yerini Alexander Hamilton, Friedrich List’e bırakmıştır. Yani sosyalizm yerini aşırı-merkeziyetçi ve korumacı bir ulusal ekonomi anlayışına, uzmanlar ve teknolojik gelişmenin getireceği bir üretimciliğe bırakmıştır. Aslına bakarsak, ilk yıllarında da sosyalizm yoktur. LaRouche en başından beri, sıradan insanların hayatlarıyla ilgilenen, onların hayatta çektikleri güçlükleri ve acılarını yazılarında dile getiren biri değildir. Onun sosyalizminin işçi sınıfıyla pek alakası olmamıştır. Amaç, üretimin rasyonalizasyonu ve arttırılması, seçkinlerin yarattığı bu durumun zamanla diğer alt katmanlara yayılmasıdır. SWP döneminde yazdığı şeyler bile kafasındaki şeyin aşırı bir ekonomizm olduğunu gösteriyordu. Örneğin, Küba devrimini bile ABD sermaye birikiminin ihtiyaçlarıyla açıklamayı seçmişti.

Üretimci anlayışa göre çözüm, yeniden geniş çaplı sanayileşme adımları atmaktır, finansallaşmanın tersine çevrilmesidir. Serbest piyasalar yerine “ulusal” ekonomilere dönüştür. Kısacası, “Hamiltoncu” ekonomidir. Sabit kur politikalarına yeniden dönülmeli, LaRouche’un keşfetmekle övündüğü para sistemi kabul edilmelidir. Aynı zamanda, devasa altyapı yatırımlarına başlanmalı, kıtalararası yollar yapılmalı ve Uluslararası Kalkınma Bankası kurulmalıdır. Dünyada açlıkla mücadele için büyük tarımsal programlar hazırlanmalıdır.

LaRouche’un bir kitabına verdiği başlıkta olduğu gibi, büyümenin sınırı yoktur. Sermaye çevrelerinin ya da onların etkisindeki dejenere solun ve çevrecilerin savunduğu “sıfır büyüme”nin günümüz Malthusculuğu oldu söylenir. Bu dünyada genişlemenin sınırı olmadığı gibi, bu uzaya doğru da sürdürülmelidir. Mars’a gitmek için, uzay araştırmaları için büyük fonlar sağlanmalıdır. LaRouche daha önceden “Yıldız Savaşları”nı desteklemiş, bunun orijinal fikrinin kendisine ait olduğunu söylemişti. Çevresine birtakım bilim adamlarını toplayarak nükleer enerji, nükleer silahlar propagandası da yaptı.

Sınıf mücadelesi anlayışını terk ettiğini söylemiştim. Asıl mesele, ona göre iyi/üretken sanayi sermayesi ile kötü/parazit finans kapital arasındadır. Bunun arkasında daha büyük bir tarihsel çatışma vardır. Tarih, Platocular ile Aristotelesciler arasında süregiden temel bir çatışma alanıdır. Sınıf mücadelesi ya da sağ-sol ayrımları, bu temel ayrımın vitrinin önündeki tezahürleri ya da gerçeğin üstünü örten yanılsamalar/kandırmacalardır. Tarih, ilerleme ve teknoloji yanlısı güçlerle, ilerleme karşıtı feodal ve rantiyer mali çıkarlar arası çatışmadan ibarettir.

Marx ve Engels bunu görememiştir. Anglofil etkilerden dolayı F. List’e karşı çıkmışlardı. Oysa LaRouche, Marx’taki temel yanlışı bulmuştur. Marx Anglofilliğinden dolayı suçludur, Adam Smith ve David Ricardo’yu gözünde fazla büyütmüştür. Dünyayı yöneten asıl kişileri görememiştir.

Dünyayı yönetenler İngilizlerdir, İngiliz aristokrasi ve saraydır. Herkesi, Tavistock Enstitüsü organize bir beyin yıkama yoluyla yönetiyor. İngilizler, zengin Yahudi aileleri ile birlikte, uyuşturucu trafiği ile, terörizm dahil her yol ile, hileyle kaba güçle dünyayı yönetiyor. Sadece İngiliz aristokrasisi hakkında değil, genel olarak İngilizler hakkında da ırkçı sayılabilecek şeyler yazıyor. Bütün bir insanlığı yönetmeyi becerebilmelerine rağmen onları insandan daha aşağı bir tür olarak görüyor.

İşin başında “uyuşturucu satıcısı” İngiliz Kraliçesi var. En büyük düşmanlar arasında B. Russell ve H.G. Wells özellikle bahsediliyor. İngiliz monarşisi ayrıca ABD finansal çevrelerini ve CIA gibi kurumları da kontrol ediyor; H. Kissinger gibi ajanları yoluyla da ülkeyi yönetiyor. Rock müzik, özellikle de the Beatles, bir İngiliz istihbarat oyunu. “Şeytani”, insanı hayvanlaştıran, gençlerin gelişimini körelten işler. LaRouche’un kendisi ise sıkı bir klasik müzik dinleyicisi.

Dünyada İngilizlerin parmağı olmadığı hiç kimse yok gibi. Hatta düzen karşıtı hareketler bile İngiliz tezgahı. Fransız Jakoben liderler İngiliz ajanı. Bakunin ve Herzen başta olmak üzere anarşistler İngiliz ajanı. Bebel, Bernstein, Ebert başta olmak üzere sosyal demokratlar İngiliz ajanı. Bütün tanınmış Troçkist liderler İngiliz ajanı. Maoistler İngiliz ajanı. SSCB yöneticileri ya doğrudan İngiliz ajanı ya da onların etkisi altındalar (Aşırı-merkeziyetçi anlayışı nedeniyle, Buharin’den ve SSCB’de Stalin sonrası  Liberman tarzı reform çabalarından hiç ama hiç hoşlanmıyordu). Çevreciler, 68 yeni solu da İngiliz ajanları etkisinde. Hatta Nazi faşistleri bile İngiliz ajanı. Holokost’un bizzat Rothschild’ler gibi İngiliz ajanı büyük Yahudi aileleri tarafından hazırlandığı iddia ediliyor. Salgın hastalıklar konusunu özellikle ele alıyorlar. AIDS, kuş gribi gibi hastalıkların kasten yayıldıklarını iddia ediyorlar -tabii ki işin kaynağı İngilizler… 

Bir not olarak LaRouche grubunun, hemen, daha ilk baştan fark edilebilecek bir özelliklerinin, propagandalarında kullandıkları küfür ve hakaretler, provokatif resimler (liderlere Hitler bıyığı takmalar, Kraliçe’ye yosma/fahişe demeler, politik slogan yerine direkt küfrü tercih etmeleri) olduğunu belirteyim.

LaRouche’un narsistik kişiliğinden bahsetmeden geçmek de olmaz. Kendini bir deha olarak kabul ediyor ve dünyanın kendi çevresinde döndüğünü düşünüyor. Bütün örgütler onu öldürmeye çalışıyor. Oysa o, dünyaya gelen en büyük dahi. Bizzat kendi deyişiyle, dünya tarihine yön verenlerden biri, iktisatta devrim yaratmış en büyük iktisatçı (Yıldız Savaşları, Avrupa Para Sistemi gibi şeyler ilk onun aklına gelmiş). Otobiyografisine koyduğu isim, kendini neyle özdeşleştirdiğini, gizlemeye gerek görmeden, ortaya koyuyor: “Power of Reason” (Aklın Gücü). Buna göre, kendisi 12 ve 16 yaş arasında sırasıyla Bacon, Hobbes, Locke, Hume, Berkeley, Rousseau gibi filozofları okuyup reddetmiş; önce Descartes sonra Leibniz’i benimsemiş; iki yılını Kant’ın “Saf Aklın Eleştirisi”ni incelemekle geçirmiş. Kant’ın antinomilerini çözmesi ise matematiksel kuramlar (Riemann-Cantor) sayesinde olmuş. Haliyle karşımızda bir peygamber var desek yanlış olmaz: Aklın peygamberi!

LaRouche insanları bilgi durumlarına göre sınıflandırıyor. En akıllıları gümüş, bronz ya da demir ruhuna sahiplerken, çoğu zavallı bir eşek ya da koyun düzeyinde. Kendisi ise “altın ruh”. En temel amacını ise insanları bu aşağılık hayvanlık düzeylerinden kurtarıp kendi düzeyine yükseltmek olarak ortaya koyuyor. Babil’in Yosmasını, Aristoteles’in mirasçısı oligarşiyi, yeni parasal sistemi yerleştirerek yeneceğini ve insanlığı kurtaracağını söylüyordu. Vakti yetmedi diyelim. 

*

Öğreniyoruz ki, 1987’de önemli bir kişi sanılarak Özal’la da görüşmesi sağlanmıştı.



13-18 Haziran 2003’te, Yarın dergisinin davetlisi olarak Türkiye’ye gelip, İstanbul’da ve Ankara’da ATO’nun düzenlediği iki konferansta Avrasya hakkında konuşmuş. İstanbul’da yanındaki diğer konuşmacılar Numan Kurtulmuş ve Mahir Kaynak imiş. İşçi Partisi’nde basına mülakat vermiş, Ceviz Kabuğu’na çıkmış. Sinan Aygün kendisine altın bir Atatürk rozeti verdiği gibi, fikirleri arasında mükemmel bir uyum olduğunu, inşallah onun başkan olmasını istediğini söylemiş. Kendini her fırsatta Demokrat Parti başkan adayı olarak tanıtmış. Bu kez kazanacağından emin olduğunu söylemiş. Erbakan ve Demirel’le özel olarak da görüşmüş. Ne kadar yakışmış hepsi birbirlerine…


İnternette birçok kaynak bulunuyor haklarında. Şu adresi belirteyim en azından:

http://laroucheplanet.info/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder