11 Haziran 2022 Cumartesi

Gürcistan’ın Batı’ya Katılma Süreci Hiç Sonlanmayacak

 

Bryan Gigantino

https://sendika.org/2022/06/gurcistanin-batiya-katilma-sureci-hic-sonlanmayacak-bryan-gigantino-658319/ )

Gürcistan, on yıllardır her biri kendi ayrılıkçı hükümetleri tarafından yönetilmekte olan Abhazya ve Güney Osetya bölgeleri üzerine egemenlik ihtilaflarıyla uğraşıyor. 24 Ocak’ta Rusya’nın benzer devletimsi yapıları alenen desteklemek üzere Ukrayna’yı işgale başlaması, haliyle Güney Kafkasya’daki bu ufak devlette tehlike çanlarını çaldırdı.

Gürcistan, 2008 Ağustos ayında Miheil Saakaşvili liderliğinde, Güney Osetya’da kontrolü elde etmeye teşebbüs etmiş; bölgesel başkent Tskhinvali’yi bombalayarak Rusya’yla 12 günlük bir savaşa sebep olmuştu. Fransa’nın arabuluculuğuyla Rusya’nın geri çekilmesi sağlanmıştı, fakat diğer iki devletçikten çıkarılmadı. Moskova onların bağımsızlıklarını tanıdı, ayrıca onlara ekonomik yardım sağladı ve oradaki askeri mevcudiyetini pekiştirdi.

Geriye, her an kaldığı yerden devam ettirilebilecek bir “dondurulmuş çatışma” hali kaldı. Günümüzdeki Ukrayna savaşının buraya da sıçrayabileceği parayonasına rağmen (Moody’s, Gürcistan’ın kredi değerlendirmesini bile düşürmüştü), ne Güney Osetya, Abhazya ne de Rusya, askeri pozisyonunu pek değiştirmedi. Bu ayki seçimlerde yenilmeden önce Güney Osetya lideri Anatoly Bibilov şimdilik 17 Temmuz için düşünülen, Rusya’yla birleşmeye dair bir referandum yapmayı planladıklarını ilan etti. Bu arada, savaşta Rusya’yı desteklemelerine rağmen Abhaz hükümeti bu tür bir oylama planı içinde olmadıklarını ilan ettiler.

Tüm söylenenlere bakıldığında, Gürcistan şu anda acil bir tehdit altında değil. Aslında, 2012’de iktidara geldiğinden bu yana Gürcü Rüyası partisi, Rusya’ya karşı “stratejik temkinlilik” politikası izlemekte. 2008 savaşının soğukluğunu gidermeyi ve ekonomik/politik ilişkileri yavaş yavaş normalleştirmeyi amaçlıyor. Birçok Gürcü, mevcut ihtilafların diplomasi yoluyla çözülmesi gerektiği fikrine katılıyor.

“Stratejik temkinlilik”, Gürcistan hükümetinin şu anki savaşta, açıkça Ukrayna yanlısı olmakla beraber, dikkatli tepkisinde de görülebilir. Kamuoyu yoklamaları Gürcülerin çoğunluğunun bu tavrı onayladıklarını gösterse de, muhalefet buna şiddetle karşı çıkıyor. Muhalefet, Ukrayna ile Gürcistan’ı kaderleri birbirine bağlanmış ülkeler olarak görüyor. Son derece jeopolitize olmuş ve hakiki bir egemenlikten mahrum halde, korunma için güçlü Batılı kurumlara arkalarını dayıyorlar. Gürcü hükümeti bunu kabul etse de; muhalefet, uygulanan “stratejik temkinlilik” politikasının Rusya yanlılığı olduğunda ısrarlı. Bunu da, epey uzun bir geçmişi olan, Gürcistan’ın hep ulaşılamaz görünmüş Batı’ya geçişinin bir an önce tamamlanması çağrıları izliyor. 

“Utanç Hareketi”

Gürcistan’daki yakın zamanlı Ukrayna yanlısı gösteriler, hükümet karşıtı eylemler şeklinde neredeyse ikiye katlandı. Bilhassa, bir Rus parlamenterin Gürcistan meclisini ziyaretinin tetiklediği ve haftalar süren gösteriler sonrası 2019’da aktivist bir grubun kurduğu “Utanç Hareketi”, savaşı berbat bir milliyetçiliği harekete geçirmek için kullandı. On binlerce Rus vatandaşının, savaşın ve yaptırımların baskısından kaçmak için ülkeye girmesinden sonra, onlar için daha sıkı giriş koşulları olmasını talep ettiler. Başkent Tiflis’te ve diğer yerlerdeki bazı işletmeler de buna uyarak, Ruslara daire kiralamamaya, onlara hizmet sağlamadan önce siyasi sorulara yanıt vermelerini istemeye başladılar.

Rusfobiyi körüklemekle suçlanmak istenmeyen Gürcü hükümeti bu uygulamaları “kabul edilemez” bulduğunu ilan etti. Kiracıları koruyan düzenlemelerin yokluğunda, tıpkı komşu Ermenistan’da olduğu gibi, kimi ev sahipleri ise bu durumdan kiraları arttırmak ve kiracıları uyarmadan kapı dışına koymak için faydalandılar.

Ukrayna hükümeti de Tiflis’in tavrını karşısına aldı. Ukrayna Savunma Bakanı Oleksi Danilov, ülkesindeki askeri durumun, Gürcistan’ın Abhazya ve Güney Osetya’yı yeniden ele geçirmek için yeni bir cephe açmasıyla iyileşeceğini söylüyordu. Buna yanıt olarak, hem hükümet hem de muhalif kanat milletvekilleri, barışçıl çözümden yana olduklarına dair amaçlarını yeniden dillendirerek nadiren de olsa ortak bir pozisyon sergilediler. Ukrayna başkanı Volodimir Zelenski ise, devamlı olarak Gürcistan’ın Abhazya’yı geri alması gerektiğinden bahseden retoriği sürdürdü.

Gerilim ekonomik konularda da kendini gösterdi. Birçok Batılı hükümetin tersine, Gürcistan başbakanı İrakli Garibaşvili, Rus uçaklarına hava sahasının kapatılmasına ya da ikili ilişkilerde yaptırımlara, ülke çıkarlarına uygun olmadığı gerekçesiyle katılmadı. Zaten Gürcistan ekonomisinin büyüme hızında savaş dolayısıyla düşüş bekleniyordu. Hali hazırdaki küçük nüfusu (3,7 milyon) ve ihracat, ithalat, işçi dövizleri için Rus pazarına bağımlı durumuyla; yeni yaptırımlar, zaten işsizlik, enflasyon ve yoksullukla mücadele eden nüfusu daha da zorlayacaktı. Bir de Rusya geçmişte yaptığı gibi karşı-yaptırımlar uygulasa, Gürcistan’ın tercihleri daha da sınırlı olacaktı. Tiflis, Rusya’ya uygulanan finansal yaptırımlara uyduğunu tekrarlasa da, çoğu durumda bu en fazla Gürcistan bankalarının Rus vatandaşlarına hesap açmalarına izin verilmemesine varıyordu.

Zelenski, ülkesinin Gürcistan büyükelçisi İgor Dolgov’u, Gürcistan’ın “ahlaksız duruşu” bahane göstererek geri çağırmıştı. Zelenski’nin başyardımcısı, Ukrayna-Rusya müzakerelerini yürüten, kendisi de Gürcü kökenli olan David Arakhamia, defalarca Gürcistan’ın aktif olarak Rusya’ya yardım ettiğini iddia etti. Saakaşvili’nin kurduğu, muhalefetteki Birleşik Milli Hareket sözcüsü Nika Melia bunu daha sert ifade ediyor, yaptırımlar uygulamaktaki isteksizliği işbirlikçilik olarak damgalıyordu. Tüm bu gerilimlerin, tesadüflere bağlı diplomatik bir kavga olmanın ötesinde, derin kökleri bulunuyor.

2014 Ertesi Bağlar

Ukrayna’da 2014 Maidan ayaklanması sonrası, Gürcistan muhalefeti ile Ukrayna hükümeti arasındaki bağlar oldukça sıkılaştı. Saakaşvili ve yakın çevresinden kişiler, Petro Poroşenko’nun Maidan sonrası hükümetinde görev bile aldılar. Saakaşvili, 2015’te Odessa bölge valisi yapıldı. 2011’de Gürcistan’da hükümet karşıtı gösterileri şiddetle bastırma emrini vermekle suçlanan ve ülkeden sürülen eski İçişleri bakan yardımcısı Gia Lortkipanidze Odessa’da polislerin başı yapıldı, şimdi de Ukrayna istihbaratı müdür yardımcısı. 2004’te bir televizyon kanalını kapatmak, muhalefet liderini kaçırmak, tutuklulara insanlık dışı muamele izlerini yok etmek gibi suçlardan gıyabında mahkûm olan eski başsavcı Zurab Adeişvili halen Ukrayna başsavcılığında reformlar konusunda danışman olarak çalışıyor. Saakaşvili’nin kişisel koruması Giorgi Kuparaşvili, Ukrayna Azov tugayında aktif. Bir diğer koruması Teimuraz Khizanişvili de halen çeşitli askeri grupların ve aşırı-sağ Sağ Sektör üyesi.  Kendisi, hemen Kiev dışında yakalanan Rus askerlerin infaz edilmesi videosunda gözükmekteydi.

Bu bağlar bazen dengesiz de olabiliyordu: Saakaşvili’nin Poroşenko ile anlaşmazlığı, kendisini işinden etmişti. Zelenski ise, seçildikten sonra Saakaşvili’yi yeni bir göreve, Ukrayna Milli Reform Konseyi yürütme komitesi başı olarak atadı. Gürcü muhaliflerin Ukrayna hükümetindeki rolleri, iki ülke arasındaki ilişkilere yön veren ana etken. Ukrayna gizli servisi -önemli bir delil göstermeden- Tiflis’i Moskova’ya yaptırımları delmekte yardım etmekle suçladığında, evdeki politik sürtüşmeler muhakkak itici bir faktördü.

Saakaşvili’nin Dönüşü

Saakaşvili’nin eski müttefiklerinden olan milyarder Bidzina İvanişvili’nin kurduğu bugün iktidardaki Gürcü Rüyası karşısında, ana muhalefet Saakaşvili’nin Birleşik Milli Hareketi (UNM). Görevi kötüye kullanma suçları nedeniyle Saakaşvili’nin sürgünde geçirdiği uzun yıllar içinde UNM, çoğu kez kişiler temelli, tutarsız birçok hizbe ayrılmıştı.

Buna rağmen Saakaşvili merkezinde olduğu bir kişi kültü halen bulunuyor. Destekçileri, kendisini neredeyse dini bir inançla, ülkeyi 1990’ların yokluk ve çatışmalarından kurtaran, sıradışı bir devlet kurucu, amansız bir reformcu olarak görüyor. Yaptığı hatalar ve ideolojik tutarsızlıkları ise, ülkenin 2003 Gül Devrimi ve müteakip hükümetin lideri olarak somutlaştırdığı ulusal canlanma ve coşku karşısında mazur görülüyor.

Ekim 2021’de yerel seçimler öncesi Saakaşvili sonunda ülkeye geri döndü. Yandaşlarını harekete geçirip Gürcü Rüyası’nı iktidardan koparabilecek bir siyasi kriz çıkarmayı umuyordu. Böyle bir şey olmadı.

Gizlice ülkeye girişinden birkaç gün sonra, Tiflis’te sıradan bir apartmanda yakalandı. O da hemen açlık grevine başladı. #tavisuplebamishas (Misha’ya özgürlük) hashtag’i dolaşımda iken yandaşları da sokağa indiler. Eski başkanın gözaltı sırasında, hapishanede aşağılandığı videolar sızdırıldı. Avukatları da görevlilerle diğer mahkumlar tarafından yapılan kötü muamele ve işkence iddialarında bulundular. Bunlar bir kızgınlık yaratmışsa olsa da, videoları sızdırmanın gerisinde siyasi bir mantık bulunuyordu. Saakaşvili’nin 2004’ten 2013’e kadar kendi başkanlık dönemi, muhalifleri tarafından toplu hapsetme, hapishanedeki suistimal skandalları (onlar da sızan videolarla ortaya çıkmıştı) ve otoriteryanizm dönemi olarak hatırlanıyor. Bütün bunlar 2007’de acımasızca bastırılan ancak partisinin 2012’de yenilgisinin zeminini hazırlayan kitlesel gösterilere yol açmıştı. Böylelikle, Gürcistan nüfusunun bir kısmının neden Saakaşvili’nin hapishanedeki aşağılanan görüntülerini, bir siyasi mahkumun haklı mücadelesi olarak değil de, bir otokratın tahttan düşüşüne sevinir gibi izlediği açıklanmaktadır.

Bir zamanlar Saakaşvili’yi kendilerine bağlı olarak gören Batı’daki kimileri, artık hüsran uğramış olsalar da kendisine yine koşullu destek verdi. Sağlık durumundan endişelenmekten çok, Gürcistan hükümetinin Rusya’ya karşı aklı başında politikasını eleştirmek için fırsat sayarak yaptılar bunu. Bu nedenle, bazı AB liderleri Gürcistan’a yaptırım uygulanmasını istedi. Eski Estonya başkanının yaptığı gibi, Gürcistan’ı “Orta Asya despotizmlerinin geçtiği yolları izleyen” bir ülke olarak nitelendirdiler. Ya da agresif biçimde, ABD’nin Gürcistan’ın içişlerine daha fazla müdahil olmasını talep ettiler. Halbuki, Nisan ayında AİHM Saakaşvili’nin uğradığı muamele gerekçesiyle yaptığı başvuruları reddetmişti.

Bugün Gürcistan’da siyaset, sıkıntıdaki nüfusun sosyoekonomik ihtiyaçlarıyla gerçek hiçbir bağı olmayan, elitler arası hiziplerinin gösteriye dönüşmüş, birbirlerine çamur atma yarışması halini almıştır. İktidar ve muhalefet partilerinin meşruiyeti ciddi siyasi farklılıklardan ziyade karşılıklı düşmanlığın dramatize edilmesi üzerine kuruludur. İktidar ile muhalefet arasındaki teatral kutuplaşma, sivil toplumun sistematik zayıflıklarıyla, her önemli konum ve kaynağa erişimi elinde tutan devlet tarafından pekiştirilmektedir. O halde, Gürcülerin çoğunun ülkelerini bir demokrasi olarak görmemeleri pek şaşırtıcı değildir -önemli bir kısmı için, zaten hiçbir zaman da olmamıştır.

Gürcü Ulusal Kimliği ve Batı ile Bütünleşme

Sovyetler Birliği’nin sona ermesinden bu yana, Batı yönelimli kalkınma Gürcistan’ın sorunlarını çözmekte başarısız olmakla kalmadı, onları daha da güç duruma soktu. Daha 1974’te Zviad Gamsakhurdia, İnsan Haklarının Korunması için Gürcü Girişim Grubu’nu kurmuştu. Onu Gürcistan Helsinki Grubu izlemişti. Zviad Gürcistan’ın bağımsız olması gerektiğine de inanıyordu, ancak bu fikrin geç dönem Sovyet Gürcistan’ında marjinal olduğunu da kabul etmişti. SSCB’nin 1991’de çöküşüyle ülkenin Sovyet-sonrası ilk devlet başkanı olduğunda yandaşlarını “Gürcistan Gürcüler içindir” şeklinde etno-milliyetçi sloganlarla seferber ediyordu.

Sovyet politikaları çok eskiden beri Gürcüleşmeyi -ulusal ve kültürel kurumlar ve nüfus yüzdesi açısından- hızlandırmıştı. Fakat Abhaz ve Oset azınlıkların ulusal-bölgesel özyönetimlerini de garanti altına almıştı. Zviad’ın milliyetçiliği Sovyet ulusal politikalarının emperyal olduğunu iddia ediyordu: Ruslaştırmaya çalıştığı için değil (bu, hiçbir zaman olmadı), Gürcü olmayan etnik gruplara bölgesel hak iddiaları sunduğu için. Gürcü olmayanlar yerleşikler ve misafirler şeklinde ayrılmıştı. Bu tür politikalar, bağımsızlık sürecinde asla çözülemeyecek gerilimleri alevlendirdi. Zviad ve görüşleri, bugün de geniş çapta kabul görüyor.

Zviad, insan hakları çerçevesinde destek için Washington’a yöneldi. Kasım 1991’de, Moskova’daki Gürcü temsilcilerine, ülkede kötüleşen siyasi durum, muhalif liderlerin tutuklanması ve Güney Osetya’daki çatışmalar üzerinden, ABD tarafından bir “diplomatik protesto notası” verilmişti. 12 Aralık’ta Zviad, ABD Dışişleri Bakanı James Baker’a gönderdiği cevap mektubunda insan haklarını, ABD’nin Gürcistan’ın bağımsızlığını garanti edebilecek siyasi bir temel olarak kullanmasını istemişti.

 Bu çağrıya rağmen, Helsinki İzleme Komitesi 27 Aralık 1991’de, ABD protesto notasındakilere benzer şekilde,  Zviad Gamsakhurdia ve rejimince işlenen insan hakları ihlalleri üzerine oldukça ağır bir iddianame yayınladı.

Washington’un endişesi insan haklarıyla değil, ülkede kimin başta olacağıyla ilgiliydi. ABD Gürcistan’ın bağımsızlığını 25 Aralık 1991’de resmen tanımış olsa da, resmi diplomatik ilişkiler asıl 1992’deki Gamsakhurdia karşıtı darbe ve eski Gürcistan Komünist Partisi lideri (1972-85), Sovyet dışişleri bakanı (1985-1991) Eduard Şevardnadze’nin iktidara dönüşüyle başladı.

1995’ten 2003’e dek resmen devlet başkanı olan Şevardnadze Batı’da bir reformcu olarak görülüyor, ABD’li yetkililerle daha önceki kişisel bağları dolayısıyla övülüyordu. Başkan olaraksa, Batı’nın romantik bir imajını merkeze oturtmaktan pragmatik olarak kaçındı. Şevardnadze’ye, iç savaş, ekonomik çöküş, toprak kaybı ve Batı Gürcistan’daki Gamsakhurdia destekçilerinin uzun süreli isyanı miras kalmıştı. Onları ezmek için de Rusya’nın yardımını istedi.

Aralık 1993’te Gürcistan Bağımsız Devletler Topluluğu’na katıldı (2008’de ayrıldı). Böylece Rusya’nın ülkedeki eski Sovyet askeri üslerinin kontrolünü elinde tutmasına izin verdi (Bunlar 2007’de tamamen kapatıldı). Bu esnada Rusya ve Sovyet-sonrası ilk başkanı Boris Yeltsin, kuralsız bir özelleştirme, mafya savaşları, bölgesel kaos, hatta yakın dönemli bir anayasal kriz denizinde boğuluyordu. Yine de Rusya’nın NATO gibi Avrupa ve Batılı kurumlarla bütünleşmesi yaygın olarak pazarlanıyor, Yeltsin Washington ile yakından çalışıyordu.

Şevardnadze Gürcistan’ın jeo-ekonomik konumunu “yeni İpek Yolu”nun parçası olarak görüyordu. Doğu-Batı işbirliğini güçlendirecek bu proje daha geniş bir açıdan “mutlaka Rusya’yı da içermeliydi.” Bu vizyon Gürcistan için hem Rusya hem de Batı ile bağları koruyan jeopolitik ve ekonomik bir orta yol öngörüyordu.

Buna rağmen Gürcistan’ın ABD’ye maddi bağımlılığı Şevardnadze döneminde derinleşti. Şevardnadze’nin kısmen bir reformcu olarak ünü ve Batı çıkarları için uygun bir figür oluşunun da yardımıyla, dış yardım çekebilme becerisi sonucu, 1991 ve 2001 arasında bir milyar dolardan fazla mali destek sağlandı. Bu, Gürcistan’ı kişi başına düşen ABD yardımı açısından dünyanın ön sırasındaki ülkeler arasına koyuyordu. Washington açıkça, zayıflamış bir Rusya’nın jeopolitik durumunun altını iyice oymak ve Sovyet-sonrası dünyada kendi çıkarlarını gerçekleştirmek için Gürcistan’ı stratejik görüyordu. Şevardnadze de bunu, bir yanda Rusya ile dostane ilişkiler sürdürürken diğer yanda ABD’nin emperyal arzularından faydalanabilmek için kullandı.

Şevardnadze Batı’yla bağları sıkılaştırmayı boru hatları yoluyla da sağladı. Soyvetlerin çöküşüyle Hazar Denizi’ndeki petrol, onu sömürebilecek araçlara sahip olanlar için göz konan bir hedef olmuştu. Güney Kafkasya’da Azerbaycan’ın petrol ve doğalgaz yoluyla servet biriktirebilme yeteneği ona bir nebze jeopolitik bağımsızlık sağlarken, kaynaksız ve karalarla çevrili Ermenistan bu tür projelerden dışlandı, yoksulluk ve Rusya’ya aşırı bağımlılığa saplanıp kaldı. Gürcistan ise kendi cennet gibi coğrafyasını Karadeniz’e doğalgaz taşımak için kullanabildi. Karadeniz ve Hazar Denizi arası koridordaki jeo-ekonomik konumu, Batı’nın gözünde Gürcistan’ı kritik hale getiriyordu. Gürcistan, yalnızca Azerbaycan ile Türkiye arasındaki boru hatlarını bağlamakla kalmıyor, Hazar Denizi doğalgazının Avrupa’ya ulaştırılmasında da kilit rol oynuyordu. ABD’nin yardımıyla Bakü-Supsa boru hattı; Şevardnadze koltuğu bıraktıktan sonra da, “Batı’ya petrol kanalı” olacak Bakü-Tiflis-Ceyhan hattı açıldı.

11 Eylül sonrası ABD önderliğinde yürütülen küresel “terörizmle savaş” da, Gürcistan’ın Batı’yla bütünleşme sürecini ve askeri gelişimini etkiledi. Kısa bir süre için de olsa, Rusya, ABD ve Gürcistan güvenlik çıkarlarını ortaklaşa gördüler. İki büyük güç, İslamcılığı bastırmak adına Çeçenya ve Afganistan’da barbarca savaşlar sürdürdü.

2002’deki Gürcistan Eğit-Donat programı, Washington’un Gürcistan’a milyonlarca dolarlık askeri yardım ve eğitim sağladığı birçok programın ilkiydi. Sınır ötesindeki savaşta olduğu gibi etnik Çeçenlerin yaşadığı Pankisi Vadisi önde gelen sebepti. ABD’nin programı Rusya başkanı Putin tarafından desteklenmişti -tıpkı iki yıl önceki savaşta Rusya’nın “toprak bütünlüğü”nün Şevardnadze tarafından desteklenmiş olması gibi. Gürcistan’ın ABD ve Rusya ile askeri ilişkileri, teröre karşı savaş anlayışı içinde iki tarafça da desteklenmişti. Şevardnadze ayrıca Gürcistan’ı NATO üyesi yapma taahhüdünde bulunmuş, 2003’te Irak’ı işgal eden “Gönüllüler Koalisyonu”nda yer almıştı.

Saakaşvili ve Radikal Amerikancılık

Mayıs 2005’te George W. Bush Gürcistan’ı ziyaret eden ilk ABD başkanı oldu. Orayı “bu coğrafya ve dünya için bir özgürlük feneri” olarak övdü ve “özgürlüğe giden yolda” ilerlerken ABD’nin bu ülkeye “sağlam bir dost” olacağını söyledi. Irak halkı ve “Gönüllüler Koalisyonu” adına, ABD önderliğinde girilen savaş ve işgale katılmış bine yakın Gürcü askerine teşekkürlerini sundu.

O sıralar, Gürcistan, “Gül Devrimi”nin getirdiği popülerliği hala taşıyan otuz yedi yaşındaki başkanı Saakaşvili tarafından yönetiliyordu. Renkli devrimler denilen olayların ilklerinden biri olarak Gül Devrimi ne basitçe Batı destekli bir darbe ne de hakiki bir demokratik gücün tezahürüydü. Batı’nın desteklediği bir rejim değişimiydi ve süreç başladıktan itibaren bir kısım yeni boy gösteren seçkin ve Batılı güçler kendi çıkarları için bunu desteklemiş ve kullanmıştı.

Gürcistan özelinde Şevardnadze Batı’nın gözünden daha düşmemişti ancak Kasım 2003’te seçim sonuçlarının tahrif edilmesine karşı ortaya çıkan öfke Tiflis’te haftalar süren gösterileri ateşledi. Ana talep Şevardnadze’nin istifasıydı. Yeni filizlenen ve Batı tarafından finanse edilen sivil toplum örgütleri ağı olaylardaki kilit siyasi aktörlerdi. Ön safta Açık Toplum Enstitüsü tarafından fonlanan ve Saakaşvili’nin partisiyle irtibatlı olan öğrenci topluluğu Kmara vardı. Bunu izleyen Ocak 2004 seçimlerini Saakaşvili rakipsiz olarak kazandı.

Saakaşvili ve müttefikleri kendilerini, zaten Batı yanlısı olan Şevardnadze'den daha Batılı olarak konumlandırmak zorundaydı. Augusto Pinochet, Margaret Thatcher ve Ronald Reagan gibi şahsiyetlerin ölçüsüz serbest piyasa ortodoksisini, milliyetçiliğini ve anti-komünizmini göklere çıkarıyorlardı. Dünya çapında milyonlarca insan onlara karşı mücadele ederken, bu reformcular küreselleşmenin ve neoliberalizmin ilerici değerlerine inanıyordu.

Washington Soğuk Savaş sonrası kendini bulduğu tek kutuplu konumuyla, Gürcistan gibi eski komünist ülkeleri kendine bağımlı devletlere dönüştürürken; bu devletler de yatırım çekme rekabetinin baskısı altında, keskin piyasa reformlarıyla sermayeyi kendilerine çekmeye çabalıyordu. Bu reformların Gürcistan’daki mimarı Tiflis doğumlu Rus oligark Kakha Bendukidze’ydi. 1990’lar Rusyasında başta Yekaterinburg’daki ağır makine üreticisi Uralmash’ı alarak bir milyar dolar kadar kazanmış, dogmatik bir liberteryan olan Bendukidze ekonomi reformları bakanı olarak 2004’te Gürcistan’a döndü. Derhal ekonominin neredeyse tamamına yakınının özelleştirilmesine, kalan sosyal güvenlik ağının ya da iş korumalarının içinin boşaltılmasına nezaret etti. Bu politikalar eşitsizliği ve yoksulluğu keskin bir biçimde arttırdı.

Bu ölçüsüz piyasalaştırma, Saakaşvili hükümetinin Gürcistan için giriştiği kapsamlı milliyetçi yapılandırmayla rahatça uyuştu. Gürcistan’a, kadim bir Hristiyan haçlı milleti, otantik bir Avrupa ülkesi ve geçmişteki Rus emperyalizminden ayırt edilmeyen Sovyet komünizmine kurban olmuş ama ABD tarafından kurtarılmış ve ona ilelebet müteşekkir kalacak bir millet şeklinde yeni rol biçildi.

2006’da Bush’la bir görüşmesi sırasında Saakaşvili ABD’nin emperyal çıkarlarına Gürcistan’ın milli bağlılığını tekrarlayıp, ABD’nin Irak’taki hakimiyetinin “Gürcistan gibi ülkeler için de başarı olduğunu; özgürlüğü seven, güvenlik isteyen, kendisi ve ailesi için daha güvenli bir dünyada yaşamak isteyen herkes için başarı” olduğunu söylüyordu.

Bush da, Saakaşvili’nin bariz sert ve anti-demokratik yönetim şekline rağmen Gürcistan’ı oturmuş bir demokrasi olarak takdim ediyordu. Ülkenin “sembolik sermayesi” onu Bush yönetiminin özgürlük gündemine ve demokrasiyi teşvike dayalı dış politikası için “özel bir değer” yapmıştı. Saakaşvili, John McCain ve daha perde arkası Cumhuriyetçi lobici Randy Scheunemann, Lockheed Martin’de yönetici olan ve NATO Genişleme Komitesi başkanı Bruce P. Jackson’la doğrudan bağlantılar yoluyla ABD Cumhuriyetçi ekiple kişisel bağlar kuruyordu.

Bu dinamikler, Fransa ve Almanya gibi önemli ülkelerin itirazlarına rağmen, ABD’nin neden 2008’deki meşum Bükreş Zirvesinde, ileride üyelik garantisiyle sonuçlanan Gürcistan’ın NATO’ya Üyeliği Eylem Planı için bastırdığını açıklamaya yardımcı olabilir. 2008 savaşından sonra da ABD Gürcistan’a daha önce eşi görülmemiş bir milyar dolarlık yardım sağlamıştı.

Ulus inşası, ABD’nin başını çektiği küreselleşme perspektifi içinde bir Gürcü milleti oluşturma yönelimli olduğundan, Gürcistan’ın Sovyet geçmişine bir hafıza savaşı açıldı. Şevardnadze dönemi sorunları, yeni reformcuların sokmak istedikleri Batı görünüşlü yönelime karşıt olarak, neredeyse tamamen SSCB dönemi kalıntısı, yozlaşmış ve geri olarak kodlandı.

En çarpıcı olarak 2006’da Tiflis merkezinde Sovyet İşgali Müzesi açıldı. SSCB, Gürcülerin de bizzat kurduğu ve ondan faydalandığı bir sistem olma yerine Gürcistan’a tümüyle dışsal bir şeymiş gibi sunuldu.

Sivil toplum da ulus inşası için bu tarihsel anlatıya katkısını sundu. “Institute for Development of Freedom of Information” ve Sovyet Geçmişini Araştırma Laboratuarı gibi Batı fonlamalı STK’ların her biri, Gürcistan’ı Sovyetleşmenin kurbanı olmuş bir millet olarak gösteren anlatıları yaygınlaştırıyorlar. Batı himayesinde, Gürcü toplumunun geri kalanından ayrı ve konfor içinde yaşayan Saakaşvili dönemi entelektüelleri STK’ları yeni bir tarihsel ulus vizyonu oluşturmak için kullanmada kilit rol oynadılar.

Batının Sınırlılıkları

Gürcü Rüyası, Saakaşvili hükümetinin temel politikalarını miras aldı ve geliştirdi. Gürcistan 2012’den bu yana bir miktar ekonomik büyüme de yakaladı. Buna rağmen Batı yönelimli kalkınma ve ulus inşasının sınırları da görüldü.

Bu yıllar içinde ABD 1,8 milyarı USAID kanalıyla olmak üzere toplamda 4 milyar dolara yakın bir miktarı Gürcistan’ın “demokrasi, serbest piyasa ve Batı yönelimine” destek olarak sağladı. Milyarlarca AB fonuyla beraber bu, Gürcistan ekonomisini ayakta tutmak için sistematik olarak dış yardıma dayanmayı teşvik etti.

Batı hükümetlerinin, kuruluşlarının ve STK’ların Gürcistan’a karşı politikaları, çoğu zaman Gürcü demokrasisi üzerine,  tartışılır Freedom House Endeksi ve benzeri kıstaslarla verilen ölçümlere dayanır. Gürcistan’ın 2022 Freedom House raytingi, kısmen 19 Nisan’da Avrupa Konseyi başkanı Charles Michel’in aracılık ettiği mutabakatın çökmesi sonucu düştü. Mutabakat, Ekim 2020 seçimleri sonrası yaşanan altı aylık siyasi krize bir son vermişti. Gürcistan’ın görece demokratik durumunun, Gürcistan’daki yerel kurumların güçlendirilmesi sonucu değil de AB destekli bir anlaşmayı izlemesine bağlı olduğu görülmüştü. AB şu an en görünür Batılı güç olarak ABD’nin yerini almış durumda; yerel siyasi krizlerin yönetiminde daha aktif bir rol üstleniyor.

Askeri açıdan, yıllardır süren ABD katkısı Gürcistan’ın kendini koruma kapasitesini fazla geliştiremedi. Gürcü askerlerini daha çok Irak ve Afganistan’daki isyan bastırma operasyonları için hazırlamaya gösterilen aşırı dikkat, ABD’li askeri üstlenicilerin asıl önem verdiği şeyin kendileri olduğunu gösteriyordu. Washington’un Gürcistan’ın bir araç olarak değerlendirdiği düşünüldüğünde bu pek de sürpriz değil. Gecikmeli olarak, bunu değiştirmeye başladığı görülüyor. 2017’de Trump yönetimi, Obama dönemi kısıtlamaları kaldırarak Gürcistan’a Javelin tanksavar füzeleri satışına izin vermişti. 2018’de de ABD öncülüğünde Gürcistan Savunma Hazırlık Programında bölgesel savunma eğitimine ağırlık verilmeye başlandı.

Avrupa’ya Birleşmek mi, Gürcistan’ı Terk Etmek mi?

Gürcistan’ın vahşi bir kapitalizme dönüşüyle birtakım işletmeler, özellikle finans alanında, baskın çıktı; ülkeyi kripto-paralar, kumar, mikro-finans ve diğer alçak kredi dalavereleri için cennet haline çevirdiler. Yaygın olan eksik istihdam ve işsizlikle birleştiğinde bu ekonomik senaryo ciddi bireysel borç krizlerine yol açıyor. Bu sorunları ele alabilecek daha kolektif bir güç olmayınca, tekil şiddet olayları, banka soygunları ve giderek çoğalan sağcı intikamcılık eylemleri artıyor.

2019’da Gürcü Rüyası kurucusu Bidzina İvanişvili ülkede oldukça düşük ücretlere ve işsizliğe çare olarak Gürcüleri ayrılmaya teşvik edip özünde AB’ye istikrarlı ve ucuz işgücü sözü verdi. Çok reklamı yapılan AB’ye vizesiz seyahate rağmen, ortalama bir Gürcü Avrupa’da bir tatile bile güç yetiremez.

Buna, turizme aşırı bağımlılık eşlik ediyor. Son derede istikrarsız olan turizm, son pandemide olduğu gibi, kolayca altüst olup ciddi ekonomik sonuçlara yol açabilir. Ekonominin merkezinde yer alan turizm ayrıca üretimi değil tüketimi teşvik ederek ekonomik performansı ve dayanıklılığı zayıflatmaktadır.

Aynı zamanda, Gürcistan’a yatırım yapan Batılı şirketler çok az vergi ödüyor, neredeyse yasalarca dokunulmadan istedikleri gibi çalışmalarına izin veriliyor –yoksa, Gürcü hükümeti dış baskıyla karşı karşıya kalıyor. Frontera Resources, ABD’li politikacıların yardımına koştuğu ve kötü uygulamalarla anılan ABD’li petrol şirketi, bunun başta gelen örneği.

Şimdiki savaş koşullarında, Gürcistan, Ukrayna ve Moldova’yı izleyerek AB’ye katılma başvurusunu iki yıl öne çekerek sundu. Ancak, olacaksa bile, AB üyeliği için daha epey bir yol olduğu görülüyor.

Ülkenin en zengin ve Batı bağlantılı Tiflis merkezini Ukrayna bayrakları kaplıyor; yine de Ukrayna yanlısı gösteriler çok çabuk sona erdi. Gürcü standartlarına göre bile ufak kaldı. Avrupa ve Kuzey Amerika’da ise Rusya’nın Ukrayna savaşı siyasi fırsatlar için büyük bir heyecan ortaya çıkardı. Batılı kurumları yeni bir amaç doğrultusunda birleştirdi, sivil toplum yeni bir ahlaki haçlı seferi, silah üreticileri de yeni sözleşmeler ve yeni doğalgaz akış yolları buldu.

Gürcistan’da ise bu tür bir heyecan yok. Siyasi bıkkınlık ve hınç alttan alta kaynıyor. Çünkü sadece Batıyla bütünleşme boş bir hayal değil; Gürcüler her gün Batı’ya otuz yıllık sadakatin inşa ettiği, ücretlerin düşük, fırsatların yetersiz olduğu bir topluma uyanıyor. Çoğu için kalan tek seçenek ise ayrılmak.


2 Mart 2022 Çarşamba

 “Üçüncü” Hal[i]


Merab Mamardashvili (1930-1990)

 


 

Toplumsal düşüncemizin özgünlüğünü belirlemekle başlayacağım. Bununla, sosyal bilimler bölümlerindeki mesleki faaliyetleri değil, halkın gündelik yaşamdaki düşünüş tarzını anlıyorum: Kamusal okuryazarlık alanından söz ediyorum. Kısa ve doğrudan söylenirse, buradaki durum tamamen korkunç. Belki de, başka türlü olamazdı. Tarihten ve yaşamdan fırlayan tüm bu halklar (Rusya toprakları içerisinde yaşayan tüm halkları kastediyorum) bozulmadan, marazlanmadan kurtulamazdı. İnsanların kendileri dahi hastalandı. Olaylara, otoriteye, çevrelerindeki dünyaya ve birbirlerine nasıl tepki gösterdiklerine baktığımızda bunu görüyoruz.

Açık ki; burada kendini ancak fantazmagorik görüntülerle ortaya koyan kayıp, dağınık ve yabani bir bilinçle karşı karşıyayız: Sanki insanın kafasındaki saç dışarı değil de içeriye uzuyormuş gibi. Her şeyin hoyratça birbirinin içine geçip kaybolduğu; yarım yamalak bir düşüncenin asla tam ve kabul edilir bir son haline ulaşmadığını düşünün. İnsanlar hala kana susamış, her yerde sabotajcı görüyor, hala her şeyin askıya alınıp en ufak bir değişikliğin, etkinin herkesi katılaştırabildiği 37. yılda[ii] gibiler. Görünüşe göre, bu tür bir bilinci asla temizleyemeyeceğiz; yöneticiler olarak “hata”, “sapma”, “haksız baskı” (haklı baskı olabilirmiş gibi!), “sahte ihbarlar”, “aşırılıklar” gibi ruhsuz ve çirkin kelimeler kullanmaya devam ettikçe yarayı iyileştiremeyeceğiz. Bu anlamsız kelimeler dizisi kaçınılmaz olarak şunu göstermekte: Her daim inançlı ve iyi niyetli olunduğu dairesinde kalan bu sözleri kullanarak, bizlere ne olduğuna, bizlerin ne tecrübe ettiğine dair anlamaya ulaşılamaz. Bu nedenle de, bunların sakladığı acı ve yaralı duygular ebediyen sürecektir. Bu olayları değerlendireceğimiz her seferde, üzerinde konuştuğumuzun şiddet, hukuksuzluk gibi şeyler olduğunu söyleyip duracağız.

Kendi zamanında Saltykov-Shchedrin[iii], Rusya halklarının (ya da isterseniz, Rusya vatandaşlarının diyelim) sınırsız acı çekmeye hazır oluşundan bahsetmişti –hem, burada herhangi biri daha fazla acı çektiğinden, Rusya daha iyiydi. Fakat metafizik anlamda, dünyanın kuruluşuna göre, nasıl çoğul halde ölüm olamazsa, çoğul halde acı çekme de olamaz. Biri eğer gerçekten acı çekerse, bu bir kez olur; geri kalana bir timsal olur. Bu yolu takip ederek, yaşanmış tecrübe olarak bir anlam ediniriz; bundan sonra da, ne yaşanmışsa tarihsel varoluş alanına geçer. Birçok acıya maruz kalanlar ise devamlı olarak gölgelerin krallığına döner; tamamlanmamış bir edimin, dile getirilmemiş hakikatin ilelebet yaşamımızın ve bilincimizin taşkın döngüsünde sürüklenişine kendilerini hapseder.

“Kelimeler” üzerine bu vurguyu yapmam rasgele değil. Marazi bilinç sorunumuz, aynı zamanda bir dil sorunu da. Zamanla büyük bir düşünce ve dil çöp yığınının birikerek yükseldiği bir yerde yaşıyoruz. Burası, normal düşünce ile ruhani etkinliklerin, onun mitolojik parçalarının yan ürünleriyle olabildiğince kirletilmiştir. İşte bu yüzden, düşünmek istediğimizde, bunun için içimizde bir çağrı hissettiğimizde bile ne yapacağımızı bilemiyoruz. Daha baştan dilin kendisinde, temelde bir şeyler bozulmuş.

Bu marazın nedenlerini izah etmeye başlamadan, okuru bu metni belli bir şekilde ele almaması için uyarmak isterim. Felsefi düşünce, bir uzmanlık alanı olarak, daha geniş zaman ve mekan birimlerinde işlemelidir. Mantığı da şöyledir: Bugünden bir anlam çıkarmak için, yirminci yüzyılı da kapsayacak daha geniş birimler içinde düşünmeliyiz -örneğin onu, on sekizinci yüzyılla ilişkilendirebiliriz; Rusya tarihini uzun erimli güçlerin akışı halinde düşünebilmeliyiz. Bunu yapmak için, bu tarihteki olaylar hakkında düşünce oluşturmak için, bu güçleri görünür hale getirmeliyiz. Böyle yaptığımızda, bugün bu kadar çok konuştuğumuz sorunlar toplamının tek bir şeye indirilebileceği görülebilir: Sivil toplum sorunu.

Kısaca söylersem, sorun, devletle toplumu sıkıca birleştiren kaynağı koparmaktan; bir yanda devlet otoritesine doğal sınırı olacak, diğer yanda devlet güvencesine bağlı ve asalak olmayan, bağımsız bir toplumsal unsur geliştirmekten geçiyor. Modern dönem bu sorunla başladı: burjuvazi ya da doğal hukuk öncesi toplum hali sorunu. Durumumuzun bu olduğunu görmek için başka özel bir kanıta başvurmamıza gerek yok. Dil sorununa dönmek bile yeterli.

Bilincimizin sivil-öncesi (pre-civic) hali için çok basit bir unsura işaret edeceğim. Örnek olarak, “toplumsal emek” (obshchestvennyi trud) diyoruz ve hemen toplumsal ile bireysel emek arasında bir farklılık varsayıyoruz. Yaklaşık olarak şöyle düşünüyoruz: İlkin toplum için çalışmalı, ancak sonra kendimiz için çalışmalıyız. Fakat tam da bilincin bu şekilde kaynaştırılışı, bu sahte ve gülünç kelime, irademize aldırmadan tamamen farklı bir şey söylüyor: Emeğimiz zorla elde edilmiştir, yaratıcı değildir ve baştan savmadır. Oysa durum, yeni Avrupa toplum ve kültürünün ortaya çıktığı modernitenin başlangıcında farklıydı. Aydınlanma için böyle bir sorun yoktu. Aydınlanmış insan topluluğu, emeğin, özgür üreticilerin kendi aralarında ve işverenlerle karşılıklı sözleşme ilişkilerine girerek yürütüleceği bir olgunluk seviyesine denk geliyordu. Burada kendi için çalışmakla toplum için çalışmak arasında bir fark olamazdı; olsa bile, bu ekonominin daha hala serf düzeninde kalmış olduğunu yansıtırdı, günümüz için bu tür bir durum tamamen absürd sayılırdı. Yine de, içinde bulunduğumuz tarihsel-kültürel bağlamı unutamayız.

Bu noktada, Puşkin, felsefi geleneğimize “tarihsel” ve “tarihsel olmayan” oluşumlar arasındaki karşıtlığı ilk sokan Chaadayev’le tartışmıştı. Chaadayev Rusya’yı sosyokültürel bir oluşum olarak tanımlamaya çalışmış, ama benim bazı şeylerin tanımlanabileceği bazıları içinse bunun mümkün olmadığı şeklinde ifade edeceğim, “tanımlanamazlık” diyeceğim garip bir şeyle karşılaşmıştı. Chaadayev için Rusya gizemli bir fenomen halini almıştı.

Gerçekten de, Rusya için ne Avrupa’ya ne de Asya’ya aittir derler, diye yazıyor Chaadayev. Rusya farklı bir dünyadır. Bırakalım öyle olsun. İnsanoğluna, Doğu ve Batı kelimeleriyle ifade edilen iki taraftan ayrı bir üçüncü taraf olduğunu kanıtlamamız gerekecektir, der. Fakat böyle bir şey mümkün olamaz. Dilimiz bile bunu oldukça iyi gösterir. “Bir yanda” deriz, “diğer yanda” deriz. Hiçbir zaman “üçüncü yanda” demeyiz.

Bunu ve Chaadayev’in diğer gözlemlerini kendi tecrübelerimizle değerlendirirsek, gerçekte üçüncü bir tarafın asla olmadığını anlarız. Ancak gerçekdışında, aynalar, illüzyonlar dünyasında olabilirdi.

Chaadayev için Rusya karmakarışık, tarif edilemez bir ülkeydi. Rusya’yı, belirgin formlar, ilkeler ve apaçık birleşimlerin tarihsel dünyasında bulunmayan bir şey, “anlamada bir boşluk” sayması bu yüzden. Puşkin buna karşı çıkmıştı, ama bizatihi kendi yaşamı, bu düşüncenin doğruluğunu teyit etmişti. Yurt ve aile ilke ve gelenekleri doğrultusunda bir Rusya yaratmaya kendi başına kalkışmış, karşılığını ise yaşamını da bu gerçeküstü dünyada kaybederek almıştı. Bu gerçeküstü dünyada insanların kullandıkları kavramlar fantazmagoriktir. Marazi, yabani bir bilincin ürünüdür. Bunu ilk anlayan da Gogol olmuştu. Bu öte-dünyalık şeylerin edebi tasviri için özel bir teknik geliştiren odur. Bu açıdan, tüm Rusya edebiyatının Gogol’un Palto’su altından çıktığı doğrudur. Bu tür şeylere kendisi de yatkın olan Nabokov da “Chaadayev nasıl bir dolandırıcı olabilir ki? Dalaverenin konusu bile gerçekdışıdır” der. Chaadayev, bugünün bir Gürcü ya da Moskovalı bir milyoneri kadar tarif edilemezdir. Edebi, tipolojik açıdan onu Gobseck, Shylock ya da diyelim Rougon-Macquart[iv] gibi traif etmeye çalışın. Yapamayacaksınız, çünkü kendisinin çabası da şu an en fazla Sovyet parası kadar gerçektir.

Yirminci yüzyılın başında, Puşkin ile Chaadayev arasındaki tartışmaya, çağdaş Rusya geleneği içinde açık bir tarih felsefesi (historiosophy) ve metafizik anlayışa sahip birkaç şairden biri olan Osip Mandelstam dahil olur. Birçok konuda Chaadayev’e katılmakla birlikte, Mandelstam Rusya’nın nihayetinde bir “tarihsel formasyon” olduğunu da teslim eder; çünkü en az bir organik parçası kendi ayakları üzerinde durmakta, kendi yasalarıyla yaşamakta, kendi gelenekleri ve ilkelerine sahip çıkmaktadır: Bu da Rusçadır.

Trajiktir. Mandelstam bu düşüncesini ifade ettiğinde dilin tarihten düşme süreci çoktan başlamıştı, Blok’un önsezisi gerçek oluyordu: Birileri dışsal ürünleri barbarca tahrip etmekten öte, en içsel uyum kaynaklarını da tahrip edebilir. Mandelstam bunu da anlamıştı. Chaadayev’le anlaşmazlığının hepsi bir garip cümleyle bağlanıyordu: Dilden bile ayrı düştüğümüzde, nihilizm kuyusuna kati surette düşecektik. Olan da zaten buydu. Fakat başka ilginç bir şey de var. O tarihsel noktada, Rusya’da, uçurumun kıyısında her şeye rağmen varolan edebi geleneği sürdürmeye çalışan insanlar vardı. Aklıma ilk olarak Zoshchenko, Zabolotsky, Platonov[v] geliyor. Bunlar “mahalle bekçisi dilini”, Bulgakov’un Köpeğin Kalbi romanında yaratılan insanımsı dili konuşan insanları tasvir eden ilk kişilerdi.

Bu dil; kanser gibi yayılan, dünyadışı sabit bloklardan oluşuyordu. “Ülke sebze taşıyıcısı” gibi terimleri başka nasıl düşünebiliriz? Devasa kaslı model işçilerin olduğu bir propaganda posterinden taşan bu dilin ardında, o anda sebzelere ne olduğunu düşünmek ya da görmek asla mümkün olamazdı. Sanki aniden bir manyetik alana düşmüş, onun çekiminden kaçamıyorsunuz gibidir. Böyle bir bilinç, pencere yerine aynalar olan bir odaya benzer; dışarıyı göremez, sadece kendi yansımanızı görebilirsiniz. Üstüne üstlük, gördüğünüz de kendiniz değil, kendinizin olması gereken kişidir. Bu yansımalarda, olan aklınız da kaybolup gidebilir, deliye dönebilirsiniz. Böylesi bilinçteki insanın bir arzusu olabilir: kendini ve giderek aynı anda tüm dünyayı patlatmak, yok etmek. Zira insanın kalbindeki kötülük, kendi öz gücü ötesinde içinde duyduğu şeye yönelik nefrettir. Bundan sonra da nefret dış dünyaya yöneltilir.

Felsefi dilde de çok benzer bir şey olmuştur. Herhangi bir Marksist felsefe ders kitabını elinize alın, tamamen benzer gerçekdışı ifadelerle doludur. Bunların harekete geçirilmeleri imkansızdır. Mesleki anlamda kullanılmaları imkansızdır. Düşünce yoluyla geliştirilmeye direnirler. Oldukça basit bir mekanizmayla kurulmuş bir dildir.

Devrimci dönemde bir sosyal demokrat siyasi çevrede, “bilge kimse”nin nasıl tüm bir dünyayı, tüm karmaşık sorun ve bağlantılarıyla, dinleyicilerine izah ettiğini kafanızda canlandırın. Bunu öyle yapmalıdır ki, dinleyicinin kafası başka çabaya girmemeli, kendini aşırı zorlamamalıdır. Bunu tek bir yolla yapabilir: yaşamın tüm karmaşıklığını birer basit formüle indirgeyerek. Örneğin, “Neden yoksul insanlar var?”, “Yoksullar var çünkü zenginler var”, “Yoksul insan olmaması için ne yapabiliriz?”, “Zenginleri saf dışı etmeliyiz”. 

Okurun ilgisini, bu ifadelerdeki tartışılabilir öze değil; ifadelerin dinleyicinin bilincinde nerelere bağlandığını, sonunda ne doğurduğuna yöneltmek isterim. İlk olarak, dinleyicinin bağımsız bir araştırma ihtiyacından mahrum bırakıyor; dinlemenin ya da okumanın yeteceği varsayılarak düşünmenin herhangi bir zihinsel çaba gerektirmediği gibi bir zan doğuruyor. İkinci olarak, bir özsaygı mekanizması var. Filozofların dediği gibi, güçlü bir olma, oluş ihtiyacının yanı sıra, insanoğlunun anlama ihtiyacı da bulunur. Onlara anlaşılmaz bir dünyada insanoğlu yaşayamazdı. Ancak bu anlayabilme ilkesi her koşulda, kendilerini ayırabilme ve kendine saygı duyma şeklindeki temel insani ilişki biçimiyle iç içe geçmiş haldedir. Eğer, özsaygıya basitleştirilmiş formüller şeklinde bir derecede erişilmiş dahi olsa;  bu formüllerden kurtulmak yerine, onları yıkmak isteyen diğer herkesi yok edebilirler. Şaşırtıcı da olmaz, çünkü karmaşık bir dünyanın basitleştirilmiş bir kavrayışı her zaman temel ölüm kalım sorunuyla iç içe geçmiştir.

Şimdi kendimizi bu “felsefi” dilden kurtarmaya çalıştığımızı düşünelim: Nasıl düşünüleceğini öğrenmek istiyoruz ve Stalin’i dengelemek için Plekhanov, Buharin, Lunaçarski gibi düşünürleri öneriyoruz. Bundan hiç bir şey çıkmayacak. Bunların düzeyi bayağıdır. Rusya’da hümanist düşüncenin zirvelerini yerle bir etmek gerekmiştir ki, böylece bu tür kişiler felsefi düşüncenin tepe noktaları görünebilsinler. Metinleri sadece son derece sıkıcı değil, tamamen cansız, kuru bir dille yazılmıştır. A priori olarak yaşayan ve özgür düşünceyi dışlarlar. Bu yüzden, konuya tekrar dönerek, genel olarak dilsel alanın, özelde ise felsefi dilin temizliği sorununu çözmeden hiçbir yere ilerleyemeyeceğiz. Platonov’un çok canlı tasvir ettiği bir durum içinde yaşayıp duracağız: Karakterlerinden biri, ruhunun iç sesini duyacağına, yüksek bir hoparlörden dökülüyor gibi “bilincinin gürültüsünü” duymaktadır. Her birimiz, her koşulda bir şekilde bu “gürültü”yle başa çıkmayı, onu engellemeyi bilmelidir. Çünkü dediğim gibi, yirminci yüzyılda bir insan yabani bir bilinçle ve toplumsal gerçeklik hakkında basitleştirilmiş düşüncelerle yaşayamaz. Sadece kendilerine değil tüm dünyaya karşı bir tehlike oluştururlar.

Bugün ortak Avrupa evimizle ilgilenmeyi konuşuyoruz ama bunun için en azından kendimizi bu eve üye olarak yeniden katılma ihtiyacındayız.  Sovyetler Birliği vatandaşlarının ve toplumsal düşüncesinin karşılaştığı en büyük görev yurtlarıyla tekrar bütünleşmeleridir, bu yurt da geri dönülmez olarak Rusya’nın Avrupa kaderidir. Şimdiye dek, sadece “üçüncü” fantazmagorik tarafı ortaya koyabildik. Asıl sorun olan sivil toplum da çok uzun bir zamandır gözümüzün önünden kayboldu.

Önceden dediğim gibi, sivil toplum temel sorunu, hükümet ve toplumun lehimlenmesini kırmak, bağımsız bir toplumsal öğe yaratmaktır. Şimdi, toplumsal ve ekonomik teorilerden uzaklaşarak, sivil toplum için temel bir kelimenin anlamını açıklamaya çalışacağım: “özel”

Avrupa kültürü her şeyden önce bir Hristiyan kültürüdür. Bu, insanların kiliseye gitmesinden ya da çeşitli ibadetleri yerine getirmesinden tamamen bağımsızdır. Hristiyanlığın, Avrupa sivil toplumunun her kurumunda yer bulduğunu, onların içinde zaten billurlaştığını söylüyorum.

Hristiyan kültürü düşüncesi temel ve yalındır. Kendi özel işlerinde/meşgalelerinde[vi] sonsuz ve kutsalı barındıran insanlar bu kültüre dahildir. “Özel” derken bir ayakkabıcının, tüccarın ya da işçinin vb. uğraşını kastediyorum. Diğer zıt kültürel tarafta ise, insanın yapıp ettiği şeye karşı keskin bir ilgisizlik gösterdiği durumla karşılaşılır. Bu neden olur? Çünkü yaptığım hiçbir şey mistik bir mutlak ya da sonsuzluk noktasıyla temas etmez. Bu şablona göre, yaptıklarım bir anlamdan yoksundur. İleride kusursuz olmak için bugün kötülük yapabilirim. Avrupa kültürü için yarın yoktur. Her şey şimdi içinde, somut halde, tamamlanmıştır. Bu nedenle kimi sosyologlar iktisadi teorileri ters yüz edip dinsel bilinç gerçeğini temel yapıtaşı olarak görmeye çalışır. Buna tam katılmıyorum ancak benzer bir düşünüş örneğini göstereceğim.

Max Weber’in ünlü teorisi, kapitalizmin ortaya çıkışını “Protestan ahlakı” dediği şeyle bağlantılandırmıştı. Weber, kapitalizmin gelişmesi için, ticaret gibi özel uğraşların da, Tanrı’yla ilişkiler, sorumluluk ilişkilerinde olduğu gibi, derin değerlerin bir taşıyıcısı olması gerekliydi. Bu olduğu zaman, bir kapitalist, girişimci, tüccar sınıfının “burgher[vii], “özel”, “kişisel” gibi kelimelerle beraber ortaya çıkacağını düşünüyordu. Rusça’da bunun bir benzeri “meshchanin” ya da küçük burjuvadır. Puşkin ünlü şiirinde[viii] bu anlamıyla kullanır. Fakat bizler için “burgher”, “burjuva”, “meshchanin” ve diğer kelimeler uzun bir süredir bayağılık ve kabalık sembollerine dönüşmüştür.

Tekrar ediyorum. Kapitalizmin ortaya çıkma nedenlerini analiz ederken Weber’in teorisinin doğru olduğunu söylemiyorum. Buna dair kendi eleştirilerim var. Ancak bu düşünüş tarzı ele aldığımız durumda çok açıklayıcı ve Avrupa Hristiyan kültürünün gerçek özgünlüğü hakkında oldukça aydınlatıcı. Öte yanda, yirminci yüzyıl başında Rusya’ya dönersek insanların bilincinin Yeni Ahit’le oldukça kısıtlı doldurulduğunu görebiliriz. İlk devrimin [1905] hemen ardından Rozanov bile “yaşayan İsalar”ın, “yaşayan Tanrı anneleri” gibi okuryazar bir dini bilinçte yer bulmamasının imkansız olduğu şeylerin yayılmasından bahsediyordu[ix]. Burada her şey başka türlü güçlerce gelişiyor. Chaadayev şöyle yazmış: “Rusya için, devamlı diğerleriyle aynı çeşit bir ulus devlet gibi düşünülür. Gerçek tam böyle değildir. Rusya her şeyin sadece tek bir insan, adı Peter ya da Ivan fark etmez, iradesine, kaprislerine bağlı olduğu bir dünyadır. Her durumda aynıdır: Despotizmin cisimleşmesidir.”

Başka deyişle, bir düşünür olarak Chaadayev günümüz tartışmalarına katılabilseydi, Stalinizm diye bir şeyin olmadığını, bu adla anılan olguyu anlamak için aracımız olmadığı kurgusunu savunacaktı. Halbuki Stalin milyonlarca “otokrat”ın ürünüydü, daha doğrusu, onların merkezindeki yansımaydı. Bunu kendisi de söylemişti; onu kendi imgesiyle yaratan partiydi. Milyonlarca “Stalin”, otokratlar çokluğunun toplumsal gerçeğiydi. Chaadayev’in “despotizmin cisimleşmesi” dediği şeydi. Şu anda biz, o dönemde muhalif kalmış entelektüel, parti ya da ruhani muhalefet hareketi arıyoruz. Gerçekte böyle bir şey olmadı, olamazdı da. Buharin sadece, milyonlarca otokratın kendini özdeşleştirdiği görüntüden çok az farklıydı. Stalin vicdanlarıyla aynı konuma erişti, bu nedenle oldu şey olabildi.

Yine de hikaye daha bitmedi. Yaşadıklarımızdan sonuçlar çıkarmayı pek öğrenemedik. Yoksa hala hiç olmamış bir Brejnev kültünden bahsediyor olmazdık. “Brejnev kültü” dediğimiz şey bir grup insanın kendi aralarında sahnelediği ve kendilerini yücelttikleri bir ritüel danstı. Onun kanalıyla kendilerini, kendi otoriteleri ve güçleri hakkında konuşuyorlardı.

Düşüncelerimi, bizim için hala uygun olan, Chaadayev’in Rusya’nın diğerleri gibi herhangi bir devlet olmadığıyla ilgili sonucuyla bitirmek istiyorum. “İnsan toplumlarının tüm yasalarına tezat olarak” diye yazmış Chaadayev “Rusya, kendini ve tüm komşu ulusları köleleştirmekle çalım satmaktadır. Tam da bu yüzden, onu farklı yola sevk etmek diğer ulusların sıhhati kadar çıkarlarına da uygun olacaktır.

Bu sorunun kısmen çözülmeye başladığı düşünülebilir fakat hem raydan çıktık hem de yabanileştik. Şimdi eğer dünyayı gerçekten kurtarmak ya da dünyadaki uygarlığı kurtarmak için Avrupa evindeki yerimize geri dönmek ve onun koruyucusu olarak söz hakkımızı kazanmak zorundayız. Önce kendimiz medenileşmeliyiz, yolumuzu değiştirmeliyiz.    



[i] İlk yayınlanış: Kinostsenarii dergisi (1989). J. Sushystka ve A. Slaughter (eds.) Essays and Lectures by Merab Mamardashvili: A Spy for an Unknown Country, ibidemVerlag, Stuttgart, 2020 içinde İngilizce çevirisi. Türkçe çeviri: Hasan Keser

[ii] 1937-38 büyük tasfiyeleri

[iii] Mikhail Saltykov-Shchedrin, (1826-89) Rus mizahçı

[iv] Sırasıyla Balzac, Shakespeare ve E. Zola’nın karakterleri

[v] Mikhail Zoshchenko (1895-1958), Nikolay Zabolotsky (1903-1958), Andrei  Platonov (1899-1951)

[vi]  дело / vocation

[vii] şehirli

[viii] “Moia rodoslovnala”

[ix] Vasily Vasilievich Rozanov (1856-1919)