2 Aralık 2020 Çarşamba

“Stalinizm” kavramının işlevselliği

 

2019 yılı başlarında, Cliff’çi Troçkistlerin uluslararası teorik yayın organı olan “International Socialism” dergisinde Carol Williams imzalı, 1968 sonrası Türkiye sol tarihine özet bir bakış atan yazıyı[i] okuduğumu ve “Stalinizm” kelimesinin olur olmaz yerlerde, savurganca kullanıldığı için kızdığımı hatırlıyorum. Yazıdaki nota göre, yazar İstanbul’da yaşayan bir sosyalistmiş. Muhtemelen Türkiye’de kısa süreli çalışan bir ex-pat’ın Türkiye soluna dair geçmişi, Troçkistlerin kendi şablonlarına uydurarak okuma çabasında, bazı yerlerde eksik kalması mazur görülebilir, diyerek konuyu aklımdan geçiştirmeye çalışmıştım. Fakat yakın zamanda bir diğer “Stalinizm” tartışmasına daha denk gelince, terimin kullanımı üzerine kafamdaki sorular yeniden alevlendi. Bu tartışma da, Troçkist “Sosyalist Gündem” çevresinin, Sovyetik bir çevreye karşı hazırladığı “Stalinizm Diye Bir Şey Var Mı?” başlıklı cevap videosuydu[ii].

*

İlkin, Carol Williams’ın yazısındaki rahatsızlığımı belirteyim. Yazara göre, Türkiye solunun doğumu ve 1960’larda kitleselleşmesi, kendini Kemalizm ve Stalinizm sentezinde buluyordu. Mihri Belli’nin MDD hareketini “Stalinist hizip” olarak isimlendirmiş. Stalinizmin ne olduğu, nasıl işlediği, ne kastedildiği ise belirtilmemiş. Bir yerde “gözü Stalinist politikalarla körelmiş solun, faşist saldırıların işçi sınıfına değil de sol hareketlere yönelik olduğunu düşünerek yanıldığından” bahsediyor -ne demekse artık. Herhalde sol hareketin sınıftan kopukluğuna, sınıfsal bir bakış açısının yokluğuna değinmek istemiş ama bunun doğrudan Stalinizmle ilişkisini çıkaramadım?! Sonuç kısmında ise şöyle bir açıklamaya ulaşılmış: Türkiye solunun trajedisi, işçi sınıfını devrimci bir güç olarak kabul etmeyen (ikamecilik kastediliyor olmalı) ve ülkeyi emperyalizmin bir sömürgesi olarak kabul etmekle Kemalist hassasiyetlere prim sağlamış olan Stalinist politikalarmış. Stalinizm, Kemalizme bir alternatif sunmamış. Aynı çürük milliyetçiliğin sürüp gitmesine neden olmuş. Bu arada TİP’i bölüp parçalamış. 

Bütün bir yazıyı okurken insan sormadan edemiyor? Yahu, gerçekten Türkiye soluna damgasını vuran hareketin esas tanımı “Stalinizm”e indirgenebilir mi? Elbette Stalinizmin var sayılması için illaki kendini bu isimle tanımlayanların olması gerekmez. (Gerçi, kendini en başta “Stalinist” olarak tanımlayan bir grup da yoktur. Stalin’i her şeyiyle benimsemekte en önde rekabet edenler bazı Sovyetik KP’ler -KKE,TKP gibi- ya da eski AEP’ci partilerdir). Demek istediğim, Troçkistlerin taktığı etiketin (ve o sorunsalın), bu ülkedeki tarihsel mücadele içinde, hareketin gündemi ve önceliklerin açısından yeri, çok ama çok gerilerde olmuştur. Bence şöyle demek daha doğrudur: milliyetçilik, aşamacılık, ikamecilik vb. noktalar Türkiye solunun büyük bölümüne gerçekten de rengini vermiştir. Fakat bunları “Stalinizm” üst kategorisinde birleştirmenin, açıklayıcılık anlamında lüzumu yoktur. Bunların, başta milliyetçilik olmak üzere, kendi bağımsız isimleri ve dinamikleri olmuştur.

Bu grubun mensuplarından biri olan Roni Margulies’e göre de, Türkiye soluna asıl rengini veren özellik milliyetçiliği olmuştur. Stalinizmi de “Marksizmin milliyetçiliği içeren bir şekilde yeniden tanımlanması” olarak ele alır. Oysa bu ikisinin bileşkesinin her durumda Stalinizm kaynaklı veya oraya yazgılı olması şeklinde bir düşünüş bana indirgemeci ve kolaycı geliyor. Türkiye solunun milliyetçi olması için illa Stalin beklenmemiştir. Hadi bunu, bu çevrenin, milliyetçiliğin her türlüsüne karşı lafzen gösterdiği keskin alerjilerine yoralım ve geçelim.

*

Marksist yazarların bir araya geldiği “Science & Society” dergisi, Ekim 2018 sayısında[iii] “Stalinizm” teriminin Marksistler için halen geçerliliği olup olmadığına dair bir soruşturma yürütmüş. Birçok yazarın kısa cevaplarının yer aldığı bölümde, Troçkist eğilimdekiler başta olmak üzere, bir kısmı terimin bir olguya karşılık geldiğini söyleyerek kullanımını doğru bulduklarını ifade ederken, bir kısmı da tamamen pejoratif halde olan terimin toptancı bir şekilde kullanıldığını söylüyordu. Ben iki tarafa da hak veriyorum: Terimin kullanımı çok daha spesifik olmalı ve SSCB’deki belli bir tarihsel dönemle sınırlandırılmalı.

Stalinizm neye işaret ediyor? Yukarıda, en başta gelen özelliği söylemiştim: Milliyetçilik. Bunun dışında, tek adam diktası, otoritaryanizm, ikna ve yasallık yerine kaba güce dayanma, terör, aşırı merkeziyetçilik, “tek ülkede sosyalizm”, aşamacılık, mekanistik tarih anlayışı, hızlı sanayileşme, tarımda zorla kolektivizasyon, kültürel muhafazakarlık vs. Bunların farklı şekillerde önem sıralaması yapılabilir.

Sorun şu ki, hem SSCB’nin bir veya birkaç dönemi ve toplumsal yapısı, hem de bir yönetim pratiği olarak Sovyetik komünist partiler tanımlamak için kullanılıyor. Özellikle Troçkist çevreler, Stalinizmin Stalin’in şahsına ait bir etiket olarak kullanımından kaçınır. Bunu büyük oranda, daha sistemik ve yapısal bir fenomen olarak görürler –parti-içi bürokratik eğilimler, ülkenin izolasyonu, iç savaş vb. gibi. Buna bağlı olarak, Stalin’in kendi yaşamını da aşan bir süreç olarak değerlendirilir. Sonuçta Stalinizm kavramının içine, Brejnevcilik olduğu kadar Avrokomünizm, Maoizm olduğu kadar Kruşçevcilik, hatta çoğu için Titoculuk da dahil edilir[iv]. SSCB dışı ülkelerdeki partilerde en belirgin Stalinist özelliklerin milliyetçilik, SBKP’yi körü körüne taklit, sosyal demokrasiyle uzlaşmacılık ve ittifakçılık, reformizm, sendikal bürokrasiye tabiyet ve nihayetinde bürokratik örgütlenme olduğunu söylerler. Maoizm ve diğer gerilla savaşı stratejilerini de Üçüncü Dünya’ya özgü Stalinizm versiyonları olarak kabul ederler. Yani, hepsi bir bohçada…

Troçkist kesimlerin SSCB dışı Stalinizm etiketinin genişliğindeki sakatlık bir yana, Stalin dönemi için yaptıkları değerlendirmelerde de bazı sorunlar göze çarpıyor. Öncelikle, o yıllarda elde edilmiş başarılar göz ardı ediliyor (tabii, bunlar için verilen ödünler, çekilen acılar ve trajedilerin muhasebesi başka bir konu). Stalinizm olarak işaretlenen birçok olgunun köklerinin Marx, Engels ve Lenin’de -hatta Troçki’nin kendisinde- bulunabileceğini de görmek istemiyor. Komünist hareketinin tarihindeki bir dönemin böyle toptan reddinin, Stalinizmle komünizmi eş tutmaya, eş göstermeye teşne olan anti-komünist sağcıların eline koz verdiğini anlamıyor.

*

Bir ara not olarak Althusser’e değineyim. Althusser de kapsamlı bir Stalin eleştirisi ortaya koymak istiyordu ama bunu gerçekleştirmedi. “John Lewis’e Cevap” yazısında Kruşçev ile moda olan “kişi kültü” ve Stalinizm terimlerinin Marksist açıdan kullanışlı ve açıklayıcı olmadığını söylüyordu. Anti-komünist ve Troçkist çevreler tarafından kullanılan “Stalinizm” terimini “sağcı” eleştiriler olarak anlıyordu. Kendi geliştirmeye çalıştığı “sol” Stalin eleştirisine göreyse, Stalinizm esas özelliği ekonomizm olan bir “sapma” olarak değerlendirilmelidir. Bu açıdan, İkinci Enternasyonal dönemi fikirlerin yeniden doğuşu da denebilir. Çelişkilerle dolu olsa da, değer verdiği ÇKP’nin Kruşçev eleştirisi ve Stalin sahiplenmeciliği nedeniyle Althusser, Stalin’in “hataları” hatta “suçları kısmına pek el atmamıştır. Bu nedenle de Stalinizm kavrayışı oldukça güdük kalmıştır. Hatta ÇKP öğretileri vasıtasıyla, ilk başta eleştirmeye çalıştığı Stalinizme geri döndüğü de söylenebilir[v].

*

Sonuçta şunu demeye çalışıyorum. Stalin meselesi oldukça karmaşık, haliyle tartışmalı bir olgu fakat burada en azından Stalinizm teriminin uluslararası komünist harekete uygulanırken böyle bol kepçeden dağıtılmasını karşı durulmalı diyorum. Bence “Sovyetik” terimi “resmi” komünist partileri tarif ederken kullanılabilecek çok daha uygun bir terim. Özellikle Stalin yaşarken, diğer birçok mini Stalin’lerin de ortaya çıktığını, onu taklit ettiklerini yadsıyamam. Stalin’in Komintern’e kendi çizgisini dayattığını da inkar edemeyiz. Şu anlayış bana daha doğru gibi geliyor. Stalin liderliği, Marksizmden ve Bolşevik gelenekten bir sapmadır. Aradaki ilişki bir devamlılık ilişkisi değildir. Stephen Cohen’in dediği gibi[vi], Stalinizm yalnızca milliyetçilik, kişi kültü, sansür, polis baskısı, bürokrasi vs. değildir. Bunlar her toplumda olmuş/olabilecek fenomenlerdir. Stalinizm bunları çok daha aşırıya, uç noktalara götürmüş bir olgudur. Siyasal dinamiklerin yanında, Stalin’in kişisel politik özelliklerinin de devreye girdiği, Rusya’nın kendi tarihsel ve kültürel koşullarının ortaya çıkardığı ayrıksı bir dönemdir. Bilemiyorum, belki biraz daha kişisel döneme özgü tutmak gerekir kavrayışı…      

 




[i] C. Williams, “1968 and the troubled birth of Turkish left”, International Socialism, 161, https://isj.org.uk/1968-and-the-turkish-left/

[ii] “Stalinizm Diye Bir Şey Var Mı?” https://youtu.be/E-zLWrrXX6k

[iii] Science & Society, October 2018, vol.82, no.4, https://www.scienceandsociety.com/backcontents.html

[iv] H. Reichman, “Reconsidering ‘Stalinism’” Theory and Society, 17(1):57-89, 1988, s.69

[v] G. Elliott, Althusser: The Detour of Theory, Brill, 2006. Beşinci bölüm “Questions of Stalinism”

[vi] S.F. Cohen “Bolshevism and Stalinism”, Robert C. Tucker (der.) Stalinism: Essays in Historical Explanation, W.W. Norton & Company, 1999, s.12