2 Aralık 2020 Çarşamba

“Stalinizm” kavramının işlevselliği

 

2019 yılı başlarında, Cliff’çi Troçkistlerin uluslararası teorik yayın organı olan “International Socialism” dergisinde Carol Williams imzalı, 1968 sonrası Türkiye sol tarihine özet bir bakış atan yazıyı[i] okuduğumu ve “Stalinizm” kelimesinin olur olmaz yerlerde, savurganca kullanıldığı için kızdığımı hatırlıyorum. Yazıdaki nota göre, yazar İstanbul’da yaşayan bir sosyalistmiş. Muhtemelen Türkiye’de kısa süreli çalışan bir ex-pat’ın Türkiye soluna dair geçmişi, Troçkistlerin kendi şablonlarına uydurarak okuma çabasında, bazı yerlerde eksik kalması mazur görülebilir, diyerek konuyu aklımdan geçiştirmeye çalışmıştım. Fakat yakın zamanda bir diğer “Stalinizm” tartışmasına daha denk gelince, terimin kullanımı üzerine kafamdaki sorular yeniden alevlendi. Bu tartışma da, Troçkist “Sosyalist Gündem” çevresinin, Sovyetik bir çevreye karşı hazırladığı “Stalinizm Diye Bir Şey Var Mı?” başlıklı cevap videosuydu[ii].

*

İlkin, Carol Williams’ın yazısındaki rahatsızlığımı belirteyim. Yazara göre, Türkiye solunun doğumu ve 1960’larda kitleselleşmesi, kendini Kemalizm ve Stalinizm sentezinde buluyordu. Mihri Belli’nin MDD hareketini “Stalinist hizip” olarak isimlendirmiş. Stalinizmin ne olduğu, nasıl işlediği, ne kastedildiği ise belirtilmemiş. Bir yerde “gözü Stalinist politikalarla körelmiş solun, faşist saldırıların işçi sınıfına değil de sol hareketlere yönelik olduğunu düşünerek yanıldığından” bahsediyor -ne demekse artık. Herhalde sol hareketin sınıftan kopukluğuna, sınıfsal bir bakış açısının yokluğuna değinmek istemiş ama bunun doğrudan Stalinizmle ilişkisini çıkaramadım?! Sonuç kısmında ise şöyle bir açıklamaya ulaşılmış: Türkiye solunun trajedisi, işçi sınıfını devrimci bir güç olarak kabul etmeyen (ikamecilik kastediliyor olmalı) ve ülkeyi emperyalizmin bir sömürgesi olarak kabul etmekle Kemalist hassasiyetlere prim sağlamış olan Stalinist politikalarmış. Stalinizm, Kemalizme bir alternatif sunmamış. Aynı çürük milliyetçiliğin sürüp gitmesine neden olmuş. Bu arada TİP’i bölüp parçalamış. 

Bütün bir yazıyı okurken insan sormadan edemiyor? Yahu, gerçekten Türkiye soluna damgasını vuran hareketin esas tanımı “Stalinizm”e indirgenebilir mi? Elbette Stalinizmin var sayılması için illaki kendini bu isimle tanımlayanların olması gerekmez. (Gerçi, kendini en başta “Stalinist” olarak tanımlayan bir grup da yoktur. Stalin’i her şeyiyle benimsemekte en önde rekabet edenler bazı Sovyetik KP’ler -KKE,TKP gibi- ya da eski AEP’ci partilerdir). Demek istediğim, Troçkistlerin taktığı etiketin (ve o sorunsalın), bu ülkedeki tarihsel mücadele içinde, hareketin gündemi ve önceliklerin açısından yeri, çok ama çok gerilerde olmuştur. Bence şöyle demek daha doğrudur: milliyetçilik, aşamacılık, ikamecilik vb. noktalar Türkiye solunun büyük bölümüne gerçekten de rengini vermiştir. Fakat bunları “Stalinizm” üst kategorisinde birleştirmenin, açıklayıcılık anlamında lüzumu yoktur. Bunların, başta milliyetçilik olmak üzere, kendi bağımsız isimleri ve dinamikleri olmuştur.

Bu grubun mensuplarından biri olan Roni Margulies’e göre de, Türkiye soluna asıl rengini veren özellik milliyetçiliği olmuştur. Stalinizmi de “Marksizmin milliyetçiliği içeren bir şekilde yeniden tanımlanması” olarak ele alır. Oysa bu ikisinin bileşkesinin her durumda Stalinizm kaynaklı veya oraya yazgılı olması şeklinde bir düşünüş bana indirgemeci ve kolaycı geliyor. Türkiye solunun milliyetçi olması için illa Stalin beklenmemiştir. Hadi bunu, bu çevrenin, milliyetçiliğin her türlüsüne karşı lafzen gösterdiği keskin alerjilerine yoralım ve geçelim.

*

Marksist yazarların bir araya geldiği “Science & Society” dergisi, Ekim 2018 sayısında[iii] “Stalinizm” teriminin Marksistler için halen geçerliliği olup olmadığına dair bir soruşturma yürütmüş. Birçok yazarın kısa cevaplarının yer aldığı bölümde, Troçkist eğilimdekiler başta olmak üzere, bir kısmı terimin bir olguya karşılık geldiğini söyleyerek kullanımını doğru bulduklarını ifade ederken, bir kısmı da tamamen pejoratif halde olan terimin toptancı bir şekilde kullanıldığını söylüyordu. Ben iki tarafa da hak veriyorum: Terimin kullanımı çok daha spesifik olmalı ve SSCB’deki belli bir tarihsel dönemle sınırlandırılmalı.

Stalinizm neye işaret ediyor? Yukarıda, en başta gelen özelliği söylemiştim: Milliyetçilik. Bunun dışında, tek adam diktası, otoritaryanizm, ikna ve yasallık yerine kaba güce dayanma, terör, aşırı merkeziyetçilik, “tek ülkede sosyalizm”, aşamacılık, mekanistik tarih anlayışı, hızlı sanayileşme, tarımda zorla kolektivizasyon, kültürel muhafazakarlık vs. Bunların farklı şekillerde önem sıralaması yapılabilir.

Sorun şu ki, hem SSCB’nin bir veya birkaç dönemi ve toplumsal yapısı, hem de bir yönetim pratiği olarak Sovyetik komünist partiler tanımlamak için kullanılıyor. Özellikle Troçkist çevreler, Stalinizmin Stalin’in şahsına ait bir etiket olarak kullanımından kaçınır. Bunu büyük oranda, daha sistemik ve yapısal bir fenomen olarak görürler –parti-içi bürokratik eğilimler, ülkenin izolasyonu, iç savaş vb. gibi. Buna bağlı olarak, Stalin’in kendi yaşamını da aşan bir süreç olarak değerlendirilir. Sonuçta Stalinizm kavramının içine, Brejnevcilik olduğu kadar Avrokomünizm, Maoizm olduğu kadar Kruşçevcilik, hatta çoğu için Titoculuk da dahil edilir[iv]. SSCB dışı ülkelerdeki partilerde en belirgin Stalinist özelliklerin milliyetçilik, SBKP’yi körü körüne taklit, sosyal demokrasiyle uzlaşmacılık ve ittifakçılık, reformizm, sendikal bürokrasiye tabiyet ve nihayetinde bürokratik örgütlenme olduğunu söylerler. Maoizm ve diğer gerilla savaşı stratejilerini de Üçüncü Dünya’ya özgü Stalinizm versiyonları olarak kabul ederler. Yani, hepsi bir bohçada…

Troçkist kesimlerin SSCB dışı Stalinizm etiketinin genişliğindeki sakatlık bir yana, Stalin dönemi için yaptıkları değerlendirmelerde de bazı sorunlar göze çarpıyor. Öncelikle, o yıllarda elde edilmiş başarılar göz ardı ediliyor (tabii, bunlar için verilen ödünler, çekilen acılar ve trajedilerin muhasebesi başka bir konu). Stalinizm olarak işaretlenen birçok olgunun köklerinin Marx, Engels ve Lenin’de -hatta Troçki’nin kendisinde- bulunabileceğini de görmek istemiyor. Komünist hareketinin tarihindeki bir dönemin böyle toptan reddinin, Stalinizmle komünizmi eş tutmaya, eş göstermeye teşne olan anti-komünist sağcıların eline koz verdiğini anlamıyor.

*

Bir ara not olarak Althusser’e değineyim. Althusser de kapsamlı bir Stalin eleştirisi ortaya koymak istiyordu ama bunu gerçekleştirmedi. “John Lewis’e Cevap” yazısında Kruşçev ile moda olan “kişi kültü” ve Stalinizm terimlerinin Marksist açıdan kullanışlı ve açıklayıcı olmadığını söylüyordu. Anti-komünist ve Troçkist çevreler tarafından kullanılan “Stalinizm” terimini “sağcı” eleştiriler olarak anlıyordu. Kendi geliştirmeye çalıştığı “sol” Stalin eleştirisine göreyse, Stalinizm esas özelliği ekonomizm olan bir “sapma” olarak değerlendirilmelidir. Bu açıdan, İkinci Enternasyonal dönemi fikirlerin yeniden doğuşu da denebilir. Çelişkilerle dolu olsa da, değer verdiği ÇKP’nin Kruşçev eleştirisi ve Stalin sahiplenmeciliği nedeniyle Althusser, Stalin’in “hataları” hatta “suçları kısmına pek el atmamıştır. Bu nedenle de Stalinizm kavrayışı oldukça güdük kalmıştır. Hatta ÇKP öğretileri vasıtasıyla, ilk başta eleştirmeye çalıştığı Stalinizme geri döndüğü de söylenebilir[v].

*

Sonuçta şunu demeye çalışıyorum. Stalin meselesi oldukça karmaşık, haliyle tartışmalı bir olgu fakat burada en azından Stalinizm teriminin uluslararası komünist harekete uygulanırken böyle bol kepçeden dağıtılmasını karşı durulmalı diyorum. Bence “Sovyetik” terimi “resmi” komünist partileri tarif ederken kullanılabilecek çok daha uygun bir terim. Özellikle Stalin yaşarken, diğer birçok mini Stalin’lerin de ortaya çıktığını, onu taklit ettiklerini yadsıyamam. Stalin’in Komintern’e kendi çizgisini dayattığını da inkar edemeyiz. Şu anlayış bana daha doğru gibi geliyor. Stalin liderliği, Marksizmden ve Bolşevik gelenekten bir sapmadır. Aradaki ilişki bir devamlılık ilişkisi değildir. Stephen Cohen’in dediği gibi[vi], Stalinizm yalnızca milliyetçilik, kişi kültü, sansür, polis baskısı, bürokrasi vs. değildir. Bunlar her toplumda olmuş/olabilecek fenomenlerdir. Stalinizm bunları çok daha aşırıya, uç noktalara götürmüş bir olgudur. Siyasal dinamiklerin yanında, Stalin’in kişisel politik özelliklerinin de devreye girdiği, Rusya’nın kendi tarihsel ve kültürel koşullarının ortaya çıkardığı ayrıksı bir dönemdir. Bilemiyorum, belki biraz daha kişisel döneme özgü tutmak gerekir kavrayışı…      

 




[i] C. Williams, “1968 and the troubled birth of Turkish left”, International Socialism, 161, https://isj.org.uk/1968-and-the-turkish-left/

[ii] “Stalinizm Diye Bir Şey Var Mı?” https://youtu.be/E-zLWrrXX6k

[iii] Science & Society, October 2018, vol.82, no.4, https://www.scienceandsociety.com/backcontents.html

[iv] H. Reichman, “Reconsidering ‘Stalinism’” Theory and Society, 17(1):57-89, 1988, s.69

[v] G. Elliott, Althusser: The Detour of Theory, Brill, 2006. Beşinci bölüm “Questions of Stalinism”

[vi] S.F. Cohen “Bolshevism and Stalinism”, Robert C. Tucker (der.) Stalinism: Essays in Historical Explanation, W.W. Norton & Company, 1999, s.12


9 Kasım 2020 Pazartesi

Britanya'da Troçkizm

 

John Kelly, Contemporary Trotskyism: Parties, Sects and Social Movements in Britain, Routledge, 2018



 Kelly, Britanya’da Troçkist hareketinin tarihini beş döneme ayırarak inceliyor:

1.       1932-1949: İlk oluşum yılları

2.       1950-1965: Umutsuz yıllar. İşçi Partisi içinde sınırlı varoluş

3.       1966-1985: Altın yıllar. Hızlı ve kararlı bir yükseliş

4.       1985-2004: Parçalanış ve zayıflayış

5.       2005-2017: Durgunluk dönemi

Seksenler sonrası dönemleştirmeler üzerine itiraz getirilebileceği söylenebilirse de, kaba bir sınıflandırma adına kullanılışlı olduğu kabul edilebilir. Bugün yirmiden fazla parçaya bölünmüş Troçkist grupları ideolojik olarak sınıflandırmak için de yedi kategori kullanıyor: Ana-akım, Ortodoks, Üçüncü Kamp, Kurumsalcı, Radikal, Latin Amerikan, Uvriyerist. [Ana-akım derken Birleşik Sekretarya (USFI), Üçüncü Kamp derken Shachtman ve Cliff taraftarlarının “Ne Washington ne Moskova” yönelimi, Ortodoks derken teoriyi yalnız kendilerinin bozulmamış halde savunduğunu söyleyenleri, Kurumsalcı derken İşçi Partisi gibi “kurumlar” içinden sosyalizm mücadelesi savunanları, Radikal derken kendilerinden önceki geleneksel mirası reddetme iddiası taşıyanları, Latin Amerikan derken merkezi orada olan örgütlere bağlılığı, uvriyerist derken de Fransız LO gibi işçici bir yolu seçenler kastediliyor. Bu sınıflandırma da, kaba hatlarıyla kullanışlı gözüküyor.]

 

 

(parantez içinde tahmini üye sayıları. 2016)

Ana-akım

Socialist Resistance (95), Communist League (15)

Üçüncü Kamp

Socialist Workers Party (6.000), Alliance for Workers Liberty (140), Counterfire (300), r21 (250)

Ortodoks

Workers Revolutionary Party (120), Spartacist League (10), International Bolshevik Tendency (5), Socialist Equality Party (50), Socialist Fight (10), FI Lambertist (2)

Kurumsalcı

Socialist Party (2.000), Socialist Action (30), Socialist Appeal (300), Independent Socialist Network (20), Marxist World (35)

Radikal

Workers Power (30), Workers International to Rebuild the FI (5), Revolutionary Communist International Tendency (2)

Latin Amerikan

International Socialist League (12)

Uvriyerist

Workers Fight (10)

 

Böyle bakıldığında, IS geleneği sürdürücüsü SWP ile “Militant” geleneği sürdürücüsü SP’nin iki büyük öbek olarak ortaya çıktığı görülüyor. Ortodoks kamptaki Gerry Healy liderliğindeki SLL/WRP geleneği ise 1985 sonrası parçalanma ile gücünü yitirmiş durumda. Aslında, en başında bu üç akımın tarihsel sürekliliğini gözlüyoruz.

Tüm Troçkist hareketlerinin kökeninde 1944-1949 arasındaki “Revolutionary Communist Party” (RCP) vardı. İşçi Partisine giren RCP içindeki ana gövdeyi, liderliğini G. Healy’in yaptığı SLL oluşturuyordu. Bu gruptan ayrılacak olan Ted Grant ile Tony Cliff ise kendi gruplarını kuracaktı. Böylece hareketin üç esas parçası ortaya çıkmıştı. Diğer bütün gruplar da bu üçünden ayrışacaktı. Özellikle de, Birleşik Sekretarya’nın İngiliz seksiyonu olan IMG bir dördüncü güç olarak 1960’larda belirdi.

Kelly’in topladığı rakamlardan, Troçkist hareketlerin üye sayısı açısından güçleri yıllar içinde yaklaşık olarak şöyle dalgalandığını görüyoruz:



1950 ile 1960'ların ortalarına kadar olan dönemde Troçkist gruplar İşçi Partisi içinde, çoğu zaman parti yöneticilerin hışmına uğrayarak taraftar toplamaya çalışıyordu. Bu özellikle Cliff ve Grant grupları için geçerliydi. Ana gövdeyi oluşturan Healy grubu (“The Club”) ise Pablo’nun “ana-akım Troçkizmi”ne karşı ortodoksiyi (Amerikan Cannon ve Fransız Lambert’le birlikte) savunanlardan olmuştu. 1956’da Macaristan’a müdahale sonrası komünist partiden (CPGB) kopanların bir kısmının katılımıyla güçlendiler. 1959’da isimlerini “Socialist Labour League” (SLL) olarak değiştirdiler. Cannon’un aksine yeniden Birleşik Sekretarya’ya dönmediler. USFI ile yolları ayıranlar arasında olan Posadistler de 1963’de kendi küçük İngiliz seksiyonunu kurmuştu.

Tony Cliff

Altmışların ortası ile birlikte Troçkistlerin büyümesi için uygun bir ortam oluşmuştu. Öğrenci hareketleri, işçi sınıfı içinde artan grevler, Kuzey İrlanda sorunu vb. etkenlerce yaşanan bir radikalleşme vardı. Bu ortamda artık İşçi Partisi dışında partilileşme süreçlerine girildi. SSL 1973’te “Workers Revolutionary Party” (WRP) oldu. Cliff taraftarlarının partileşmesi SWP ile 1977’te oldu. İki grup da sendikalarda kısmen etkili olmaya başlamıştı. WRP, aktör karı-koca Redgrave’lerin örgüte katılması ve eylemlere destek olmasıyla medyayı da kullanabiliyordu. Parti okulu açmışlardı, güçlü bir gençlik örgütleri vardı. Dünyada ilk kez Troçkist bir örgüt, günlük gazete çıkarıyordu. Fransız Lambert ile yollarını ayırmış olan Healy bu yıllarda Kaddafi ile garip bir ilişki geliştirecek, ondan düzenli para yardımı alacaktı.

Gerry Healy

Militant” dergisini çıkarttıklarında yaklaşık 40 kişi olan Grant grubu ise Troçkistler tarafından ilk başta kısa süreli olacağı düşünülen sızma taktiğini çok daha uzun vadeli olarak ele alıyordu. İzleyen yıllarda İşçi Partisi gençlik örgütünün kontrolünü ele almayı başardılar. Bu yolla İşçi Partisi yönetimince koltuk sahibi bile oldular. 1980’ler ortalarına dek giderek büyüdüler. Bu yıllarda kendilerinden olan üç İşçi Partili milletvekili vardı, Liverpool belediye meclisini kontrol ediyorlardı. Fakat, İşçi Partisinin sağ kanat liderliğinin tepkisini alınca Ted Grant ve Peter Taaffe 1983’te ihraç edildiler. Diğer kadroları da izleyen yıllarda aynı akıbete uğradı. 

Ted Grant

Altın dönemin bir başka gelişmesi, “Militant”tan ayrılanlarla SLL’nin Birleşik Sekretarya ile birleşmemesi yüzünden ayrılanların birleşerek oluşturduğu “International Marxist Group” (IMG) idi. Tarık Ali ile bilinecek olan USFI seksiyonu olan grup Vietnam’la Dayanışma Kampanyası ile büyüyecekti. Bu arada Spartakistler de kendi örgütlerini kurdular. SWP’yi başka bir yerde ele almıştım. SWP de büyüme içerisindeydi, fakat aynı zamanda en çok ayrılığın yaşandığı partiydi [Workers Fight, Workers Power, Revolutionary Communist Group, Workers League… gibi]. Artan fragmantasyon, bölünmeler, başarısız birlik çabaları sonrasında 1979’da 21 ayrı Troçkist örgüt bulunuyordu. Bunlar artık toplamda, esas sol parti olan CPGB’yi birçok bakımdan geride bırakmıştı. Troçkist hareket büyüdükçe devlet de boş durmuyor, büyük örgütleri izliyor, posta ve telefonlarını takip ediyordu. İçlerinde muhbir yerleştiriyordu.
Tarık Ali

Yazarın verdiği 1985 dönemeç tarihini fazla keskin yorumlamamak lazım. Ancak bu dönemlerde SWP dışındaki diğer gruplar büyük yaralar almıştı. En başta WRP parçalandı. RCP çevresi Troçkizmden liberteryan bir doğrultuya kaydı. IMG çevresi dağıldı. “Militant”, İşçi Partisi’nden kovulma sürecinde kan kaybetti.

WRP, her zamanki gibi keskin bir söylemle devrimci bir kriz ortamı olduğunu söyleyip ona göre tavır alma iddiasındayken, Healy’in özel sekreteri onu, yıllar boyunca 26 kadın parti üyesini taciz etmiş olmakla suçladı. Bunlarız bazıları doğrulandı. Parti, Healy’e inananlarla inanmayanlar arasında bölündü, Redgrave’ler de olayı bir M15 sabotajı olarak değerlendirmişti. WRP yıllar içinde dağıldı, beşi faal on bir grup doğdu: En bilinenleri artık iyice küçülmüş olan WRP ile ortodoksluğu artık kendilerinin temsil ettiği iddiasındaki “Socialist Equality Party” (SEP) çevresi.

Militant” çevresi 1991'de, liderleri Ted Grant'ın karşı duruşuna rağmen, sızma taktiğinden vazgeçip giderek düşman haline dönüşen ve istenmedikleri İşçi Partisi'nden çıkma kararı aldı. İngiltere’de ve daha sonra İskoçya’da Sosyalist Parti’ler kuruldu. Kararı reddeden Ted Grant ile Alan Woods ise ayrılıp, yine İşçi Partisi içinde çalışan “Socialist Appeal” grubunu oluşturdu.

Bunun haricinde, Sean Matgamna’nın çevresinden söz edilmeli. Max Shachtman’a yakın bir Üçüncü Kamp çevresi olan grup hem belirli bir etkiye sahip hem de diğerlerinden daha ayrıksı politik konumlarda durabiliyor. Daha çok İşçi Partisi içinde çalışıyordu.

2000’li yıllardan bahsedersek; Yeşiller dışında İşçi Partisi dışında sol kulvarda pek bir rakip kalmadığı koşullarda (Scargill’in SLP’si de alternatif olarak büyüyememişti) Troçkist çevreler seçim ittifakları yapıp “Socialist Alliance” olarak bir araya gelip “Yeni” İşçi Parti’sine karşı koymaya çalıştılar. Bu birliktelik ancak birkaç yıl sürebildi, sayılı bölgelerdeki adaylıklarıyla %1-3 arası oy alabildiler. 2004’te ise SWP, İşçi Partisi’nden ihraç edilmiş George Galloway ve Müslüman gruplarla beraber “Respect” koalisyonunu oluşturdu. Bu da 2008’de dağılacaktı. Ken Loach’un seferberliğiyle “Left Unity” olarak başlayan geniş sol proje, “Socialist Resistance” gibi birkaç Troçkist grup tarafından benimsenmişti. Fakat Corbyn’in İşçi Partisi’ne lider olması ve sol açısından tekrar ilgi merkezi olmasıyla bu da akamete uğradı sayılabilir. Corbyn liderliği sırasında, önceden sızma taktiğini terk ettiğini söyleyen bazı gruplar tekrar partiye girdiler. SWP, 2013’te cinsel taciz skandalı ardından bölündü; Counterfire, r21 gibi gruplar ortaya çıktı. SP’de ise çatlak enternasyonal alanda yaşandı. 2019’da kendi kurdukları enternasyonal örgütlenmeye (CWI) dahil çoğunluk seksiyonları partideki yönetim anlayışını eleştirerek ayrıldı.

Bu kısa tarihsel sunumdan sonra, Kelly’in Troçkist grupları sınıflandırması üzerinden devam edelim.

1)      Ortodokslar: WRP, SEP ve Spartakistler. Bunlar teorinin özüne sadık kaldıklarını, yalnızca kendilerinin buna sahip olduğunu iddia ediyorlar. Bu yüzden, revizyonist gördükleri evrelere karşı daha düşmanca bir dil kullanıyorlar, daha sekterler. Karşıtları da onları, çoğu zaman, “Stalinist”leri taklit etmekle suçluyor. Birçok açıdan WRP ile CPGB benzeşiyordu aslında.

2)      Ana-akım: IMG sonrası birçok bölünme ve birleşme ile günümüzde “Socialist Resistance”, Birleşik Sekretarya’nın politik yönelimlerini takip ediyor. Programatik ve taktik açıdan çok daha esnekler. Diğer gruplarla bir araya gelme noktasında daha istekliler. Sekretaryanın son yönelimi olan geniş katılımlı sol koalisyonlara girmeye çalışıyorlar. O yüzden “Left Unity” içindeydiler.

3)      Üçüncü Kamp: SWP ve AWL. Troçki’nin kimi orijinal tez ve öngörülerini revize ettikleri için heterodoks da denilebilir. SWP, ortodoksiden kimi motifleri korusa da heterodoks yanı çok daha belirgin. Gelenek dışı etkilere daha açık. Sektler arası didişmeye pek önem vermiyor. Sayı ve kalibre açısından da çok daha fazla entelektüeli bünyesine çekebilmişlerdi. (“Militant”ın da birçok entelektüeli vardı tabii, örneğin iktisatçı Andrew Glyn). AWL ise SWP’nin “düşman kardeşi” sayılabilir. Filistin meselesinde Yahudi tarafına daha yakınlar. Anti-semitizm tartışmalarında İslamcılar tarafına düşmüş SWP aksine Yahudiler tarafındalar. Kuzey İrlanda konusunda da genel soldan daha ayrıksı düşünüyorlardı. Brexit referandumu sırasında kalma yanlıları arasındaydılar (tıpkı 1975’teki referandum öncesi takındıkları tavır gibi). Ayrıca, antiemperyalizm adı altında despotik rejimlerin desteklenmesini kabul etmiyorlar. Bu yüzden, bazıları için isimleri “emperyalizmin solcuları”na çıktı.

4)      Kurumsal: (İşçi Partisi içinde çalışmayı teorize ettikleri için böyle isimlendirilmiş.) Kurumların ele geçirilmesiyle, sosyalizme barışçıl bir geçiş yapılabileceği gibi bir düşünceleri var. “Militant”/SP geleneği. Ted Grant kendi kurduğu grupla ters düşünce, 1991’de ayrılıp “Socialist Appeal” ile devam etmişti.

5)      Radikaller: Kendilerinden önce gelen Troçkist geleneklerin bir şekilde farklı sapmalara (revizyonizm, likidasyon, oportünizm, gerillacılık vs.) girdiğini, yeni baştan işe girişmek gerektiğini savunan kesimler. Örneğin SWP’den ayrılmış “Workers Power” grubu. Oluşturdukları enternasyonal örgütlenmenin ismi de bunu ortaya koyuyor: “League for the Fifth International

6)      Latin Amerikan: Bunlar daha çok Latin Amerikan Troçkistlerine yakın olan gruplar. Geçmişte Posadistler, ya da günümüzde Moreno’ya yakın “International Socialist League” gibi. Kelly’e göre aslında Latin Amerika yönelimli Troçkistlerin diğerlerinden programatik olarak göze çarpan pek bir farklılıkları bulunmuyor.

7)      Uvriyerist: Bu kategori için Fransız LO bağlantılı olan küçük “Workers Fight” çevresi uygun bulunmuş.




Parti yapılarına bakıldığında, özellikle büyük çevrelerde liderlerin, karizma ve/veya teorik yönlerinin yardımıyla uzun yıllar pozisyonlarını koruduklarını görüyoruz. Healy 38, Cliff 50 yıl liderlik yapmış. Grant 41 yıl “Militant”ı yönetmiş. Parti içerisinde tüm politika değişiklikleri, tüm önemli kararlar Healy’e ait. Aynı şey Cliff için de bir noktaya kadar geçerli, SWP’de diğer yöneticilerin de bir ağırlığı bulunuyor. Grant, “Militant”ın tek adamıydı, David North da SEP için öyle.

Troçkist gruplarda azınlık haklarının yanında birçoğunda kongre öncesi geçici ya da sürekli hizipler oluşturma hakkı da vardı. Buna rağmen örgütlerin tarihleri ihraçlarla, tasfiyelerle dolu. Cinsel taciz iddialarıyla devamlı başları belaya girdi.

Finansal açıdan, gruplar üyelerinin özverilerine dayanıyor büyük oranda. WRP’nin Kaddafi’den birkaç milyon pound aldığı ortaya çıkmıştı. Günlük gazete çıkarma için kaynağı kısmen bu yoldan sağlamışlardı. Aynı zamanda, dışarıya da iş yapan modern bir matbaaları, bir eğitim okulu, beş kamyonu, motosiklet filosu vardı. 91 kişiyi yanında maaşlı çalıştırıyorlardı. Diğer Troçkist örgütler bu tür büyük mali kaynaklara sahip olmasa da, mali açıdan kitle partilerine göre çok daha avantajlılar; çünkü üyeleriyle arasındaki bağ daha idealist bir bağlılık anlayışına tekabül ediyor. Bu nedenle de üyelerinin özverilerinden daha fazla yararlanabiliyorlar.

Seçim performanslarına bakıldığında, elbette diğer sol partiler gibi, onlar için de seçimlerin kendi başına bir amaç olmadığını hatırlamak gerekir. Bununla beraber, seçimler partiler için toplumdaki güçlerini ölçmeleri, politik etki edebilmek için taktiksel bir araç ve gösterge olarak önemlidir. Britanyalı Troçkistler, II. Dünya Savaşı sonrası birkaç ufak vaka sayılmaz ise 1974’ten beri seçimlere katılmaktalar. İşçi Partisi içindeki “Militant”ı dışarıda tutarsak WRP her seçimde gösterebildiği bölgeler az olsa bile aday çıkardı. Diğerlerini de eklediğimizde, hepsinin toplam oy oranının ülkeye ortalaması %0,5-1,5 arası oldu. Bu oran, seçimlerde adayların belli bir depozito yatırması gerekmeyen yerel seçimlerde biraz daha fazlaydı: 2010’larda SWP ve SP’nin beraber gösterdiği adaylar %2-3 civarı oy alabiliyorlardı.

Yıllar içinde seçimler yoluyla ufak da olsa bir başarı kazanılmış görünmüyor. Peki, hiç mi başarılı oldukları alanlar yoktu? Kelly, bu kısmi başarıları Troçkist hareketlerin dahil oldukları ya da önderlik ettikleri toplumsal hareketlere göre yorumluyor. Başarı hanesine yazılabilecekler arasında, 1968 Vietnam’la Dayanışma Kampanyası’nı gösterebiliriz. IMG’nin (ve Tarık Ali) başını çektiği hareket Ekim 1968’de Trafalgar meydanında 100.000’den fazla kişiye ulaşan bir gösteri düzenlemişti. 1978 sonrası “Anti-Nazi League” (ANL), SWP tarafından oluşturulmuş faşizm ve ırkçılık karşıtı bir hareketti. Bunun da faşistleri geriletme açısından başarılı olduğu söylenebilir. 1989 “Anti-Poll Tax” federasyonu, “Militant” grubunun, Tommy Sheridan’ın önderlik ettiği vergi karşıtı bir mücadeleydi. Ülkede oldukça yayılan ve militanlaşan hareketin Thatcher’ın sonunu getiren etkenlerden biri olduğu söylenir. 2001’de SWP (ve diğer sol grupların) etkin olduğu “Stop the War” koalisyonu, 15 Şubat 2003’te Londra’da 1,5 milyon kişinin katıldığı tarihi gösteriyi düzenlemişti. Savaşı önleyemese de İşçi Partisi’ne karşı muhalefeti ateşlemesi açısından bu da başarılı sayılabilir. Yalnız, tüm bu hareketlerin başarısını Troçkist örgütler kendi hanelerine katkı olarak değerlendiremediler, üye ve etki açısından büyüyemediler. Sonuçları gelip geçici oldu.

Örgütlerin enternasyonal uzantıları ve bağlarına bakalım:

 

Seksiyon sayısı (kendi sayıları)

 

(Türkiye)

CWI (1974) Londra. (bölünmeden önce)

37

Socialist Party

Sosyalist Alternatif

USFI (1938) Paris, Birleşik Sekretarya

34

Socialist Resistance

Yeni Yol

IMT (1992) Londra

32

Socialist Appeal

 

FI (La Verite) (1993) Paris, Lambert

15

FI Britain

 

IWL(FI) (1982) Buenos Aires, Moreno

24

International Socialist League

 

IST (1979) Londra, Cliff

30

Socialist Workers Party

DSİP

 

 

 

 

ICF(FI) (1974) New York, Spartakist

13

Spartacist League/Britain

 

ICU(T) (1976) Paris, LO

11

Workers Fight

 

RCIT (2011) Viyana

14

RCIT Britain

Patronsuz Dünya

ICFI(SEP) (1985) Oak Park, Michigan, wsws.org

8

Socialist Equality Party

Sosyalist Eşitlik

IWU(FI) (1997) Buenos Aires

14

 

İDP

SWP PT (1990) New York, Pathfinder ABD

6

Communist League

 

CCRFI (2004) Buenos Aires

10

 

DİP

IBT (1990) Oakland, Kaliforniya

5

International Bolshevik Tendency

 

L5I (1984) Londra

9

Workers Power

 

L4I (1998) New York

5

 

 

ICWL (1987) Londra

4

Alliance for Workers Liberty

Marksist Tutum

LCFI (2011) Londra

4

Socialist Fight

 

ICFI(WRP) 1953 Londra

5

Workers Revolutionary Party

 

RSO (2007)  Viyana

4

 

 

TF-FI (1993) Buenos Aires

10

 

 

WIRFI (1990) Londra

4

WIRFI

 

PRC (2002) Paris

2

 

 

 

Troçkist hareket, Vietnam ve Sri Lanka deneyimleri dışında hiçbir zaman kitlesel bir sol partiye sahip olmadı. Bolivya gibi sendikalarda etkili olup da ülke yönetiminde söz sahibi olabilecek fırsatları da kaçırdı. Tarihsel olarak Troçkizm Batı Avrupa ve Kuzey Amerika’da, Latin Amerika’da (özellikle Arjantin ve Brezilya’da) kısmen etkili olabildi. Dördüncü Enternasyonal’in en büyük kolu ABD’deydi, fakat yıllar içinde SWP içinde birçok ayrılıklar yaşarak küçüldüler. Yine en son 2019’da en büyük sol grup olan ISO kendini feshetmişti. Bugün oldukça dağınık ve çok daha küçükler. Latin Amerika’yı saymazsak, Troçkist hareketin odağında İngiltere ve diğer Anglo-Sakson ülkeler bulunuyor. Enternasyonal örgütlenmelerin politik ve ideolojik merkezlerinin çoğu Londra’da (Fransızların da bir ağırlığı var tabii).

Ülke içinde SWP ve SP solda en büyük örgütlenmeler olarak görünüyor. İşçi Partisi solundaki Yeşilleri hesaba katmazsak CPGB mirasçıları CPB ile NCP, anti-revizyonist CPGB(M-L)’yi saymak gerekir. Ben bunların hiçbirinden, solda İşçi Partisi’ne alternatif olarak bir kitlesel bir sol parti yaratma açısından umutlu değilim. AWL’in AET/AB hakkındaki tutumu ise bana yakın geliyor. Şahsen, Tom Nairn’in 1975’te New Left Review’de yazdığı The Left Against Europe? makalesindeki tutumu benimsediğim için olsa gerek. Spartakistlerin SSCB hakkındaki doğru çıkışları da önemliydi bana göre. Esasen, başta CPGB olmak üzere diğer sol geleneklerden gelenlerin de yazdığı Weekly Worker ve çevresinin hareketlerini izliyorum.